28 Aralık 2021 Salı

Yansıma

"Fiziksel dünya çok şeyi ele verir ama her şeyi de noksansız ifade edemez." Kusursuz görüntülerin akıp gittiği sinema perdesine bak. Hepimizin birer yansıması yok mu o düşler dünyasında? Yağmurun biriktirdiği yol kenarı çamurlarını seyret biraz. Bir biçime bürünmüş göreceksin yansımanı. Yamuk... Dalgalı bir yansıması gerçeğin. Yüzündeki çizgiler acı tatlı deneyimlerin kalıntıları. göz kapaklarının düşüklüğü yorgunluğunun kanıtı. Sırtındaki skolyoz birikmiş düş kırıklıklarından... Parmaklarının avuçlarına ağır gelmesine alışamadın daha halbuki. Ha düştü ha düşecek burnun da... Şimdi zıplayıp geçeceksin buradan uçar gibi bekliyorum. Suya bakıyorsun. Seyrediyorsun. Harekete geçmek yok artık. Hareket duygularının ötekilerle yer değiştirmesinden ibaret. Düşüncelerin akıp gitmesinden öte bir anlamı yok artık. Durdurdun kendini. Sabitsin. Yansıman yok oluyor. Uzaklaşıyorsun dünyadan. Yavaş... Yavaş...
 

23 Aralık 2021 Perşembe

Motorsiklet

"Bir motorsikletimiz olsun. Arnavut kaldırımlarından hızla geçeceğimiz boş sokaklarımız da Tanrı'dan lütuf... Biz göklerde uçalım adeta seninle. Rüzgar saçlarıma taç taksın. Senin şapkan düşsün; dur, telaş etme, ben tutarım, direksiyonu bırakma. Sıkma canım yanaklarımı. Sonra kızarıyor. Yola bak. Şu yolun üstündeki engereklerden sekerek kaçalım. İki firari yolların tozunu attıralım. Şimdi, beni onlara bırakmadığın için burada oturuyorum. Ve beni onlara verdiğin için uzaklardayım. Bir motorsikletimiz olsun seninle. Sırtında iki kişi taşısın. Dünyayı gezsin ikisi. Otoban Kent'li otomobil sürücüleri hayretlere düşsün bizi görünce. "Kasksız, dizliksiz nereye böyle?" desinler. "Katıksız deli bunlar." desinler. Duydukların hiç içini sıkmasın. Ye'se kapılma. Günlerimiz kalplerimizi temizledikçe aydınlanacak."
 

11 Aralık 2021 Cumartesi

Zehir

Metanet bu gece içini dolduran zehrin onu terk etmesini bekliyordu. Yatağına uzandı. Sırt üstü uyuyacaktı. Gözlerini tavana dikip geçmişi düşünmeye başladı. Sorumluluk ile arasındaki tüm bağları kopardığı o güne gitti. Bacaklarında beyaz tül çorapları vardı. Titriyordu. Ayakları çapraz basıyordu. Her zamanki gibi elleri de kolları da doluydu.

Yalan... 

Metanet sorumlulukla ırak düşmezden evvel hiç evini sırtında taşımazdı. Her şeyini iki karış yere tıkıştırmazdı. Oradan oraya yetişecek diye koşuşturmazdı. Eğer sorumluluk kuşatabilseydi her tarafını o zaman çantasının içinde ne var, bilebilirdi. Gizliden karıştırmasına hiç gerek kalmazdı.

Sorumluluk onun gönül ikliminden uzakta diye Metanet'i suçlamaya devam etti yıllar yılı. Etsin... Onun gözünde bencilin tekiydi. Olsun... Öyle bilsin. Ne çıkar? Ama Metanet ile Sorumluluk el ele verebilseydi koskocaman bir dünyaya sahip olurdular. Belki... Hem ellerindeki bavullara sığdıramazdı da o büyük dünyayı. Eh umarım... Metanet ruhunu kemiren sessizliğini sonunda bozdu; "Hey sen... Bakma öyle gözlerime. Çünkü bakmadığında zehir akıyor içime. Hey sen... Durma uzakta öyle. Senin adın Sorumluluk'sa gel sor bana nasılsın diye."

6 Aralık 2021 Pazartesi

Salıncak

Salıncak öne sırtın arkaya açılsın. Dünya kaymasın ayaklarının altından. Sen kay ondan. Gökyüzündeki bulutlara suretler çiz. Elini bırakırsa zincirler belki bir nefes sigarandan çekersin. Dumanı yanaklarını ısırır.  Kulakların tekerleme olur. Ayakların çimenlenir. Kalbin rüzgarla dolar. Kırıkların arasına akarsa kışın soğuğu yüreğinin acısını da sağaltırsın. Güvensizliğin engin sularında genişler ciğerlerin. Saçlarından öper rahmetli nenen. Artık ne kadar yükselirse yükselsin, düşmekten korkma. Silebileceğimiz ne varsa silelim geçmişten. Korkularımızı, öfkelerimizi, pişmanlıklarımızı... Silemediklerimizi işlemeli mendillere sarıp sandıklara koyalım. Annenin ördüğü atkıyı dola sen boynuna. Ben babamın atkısını ödünç alırım. Ağırlaşan duyguları dökelim burada. Görmek istemediğimiz kim varsa sırt çevirelim varlıklarına. Bizden başka kimse kalmasın şu zincirlere bağlı salıncakta.  


5 Aralık 2021 Pazar

Yalnız

"Kendi odasından çok daha küçük bir otel odasındaydı. Beyaz kapıları, gri buzlu metal kulpları, panjurlu pencereleri vardı.

Yatağın iki başlığında iki komodin duruyor idi. Çekmeceleri boş. Resepsiyona telefon açtığı ahizenin yanında kahve fincanı bekliyor. Yanında da otelin reklamının bulunduğu blok notlar. Elindeki kağıtları oradan aldı.

Yatağın karşısında plazma ekran televizyon. Kendisi sesine hiç tahammül edemiyor ama Mihenk ne zaman otele gitse açar. Otel odası sessizliğine ve yalnızlığına iyi geliyormuş. Öyle diyor.

Mihenk kahvaltıya kalmadı. Odayı ısıtan sobanın yanındaki makyaj masasında oda kartı duruyor. Dünden bugüne kalan ve ikisinin de dokunduğu tek şey. Gitmeden evvel alel acele yeniden dokunmak istedi. Kartlara... Son defa imiş. Yalnız müsade etmedi. 

Hem Yalnız'ın canını yakıyordu ona bakmak. Gece onu almaya geldiği sıra da pek iyi değildi ya zaten, ancak pek ağzını açmamıştı. Tebessümüyle aldatmıştı Mihenk'i. Onunla olmaktan mutluydu. Mihenk öyle bilsin; Yalnız kendinden ne kaybederdi ki? Sokak lambaları koruluğa çıkan yolu aydınlatıyordu; Mihenk arabayı sağa çekti. Belki Yalnız aklında dönen sureti yanında görebilseydi böyle hissetmezdi kendini. Şimdi şu kapı açılsa da Mihenk gelse diyemiyor. Mihenk gelmesin. Gelmesin çünkü onun yanında Sevgi kim, daha iyi anlıyor. Sevgi ne demek, kıymeti nerede daha iyi anlıyor. Mihenk ile Yalnız'ın birbirini sevmediği ise apaçık... 

Yalnız; içinde yeşeren sevgi tohumlarına ihanet ettiği otel odası yalnızlığında Sevgi'ye yazıyor bunları."

Beni affet.
4 Kasım 2089 Cuma
Sultanahmet İstanbul 

Otelden çıktığında Eminönü'ne kadar yürüyor Yalnız. Vapura biniyor. Karşıya geçmesi gerek. Üsküdar vapurundan İstanbul'un sularına karışacak elindeki kağıtlar. Yine yalnızlığı ile başbaşa kalacak.


Sevgiyle.
Görüşmek üzere.

30 Kasım 2021 Salı

Oyunbozan

Bu oyun diğerlerinden pek de farklı değil. Bu oyun yaşamın kendisi. Bir düş var diğer düşlerin içinde. Biz de düşüp kalkıyoruz tüm düşüncelerin içinde. Kuru gerçeğin örtülü hakikatindeyiz. Aldığın nefesten tuttuğun oruca kadar her şeyi içine alıyor. Yaktığın tütsüden açtığın çakraya kadar kalıpların içinde. Gözlerini dikip baktığın suretin içinde kaybolduğu hakikattir oyun. Oyun olmasa sen de olmazdın. Ben de olmazdım. Oyunsuz adalet de olmazdı. Meşk de olmaz. Saz da olmaz. Söz de olmaz. Sen yoksan oyun da olmaz. Rol yapmayan insan olmadığı gibi oyun oynamayan insan da yoktur. Kim kimi daha iyi kandırır bu kısmı muamma elbette. Sen bir bilinmezsin. Ben seni çözmeye çalıştıkça aydınlanan bir yabancıyım. Oyun devam ediyor. Çünkü oyun bitmez. Bitirilemez. Çünkü oyun varoluşun kendisidir. 

Yaşamın anlamı var mı dersen, oyundur derim. Oyun nerde dersen, tam aramızda derim. Sen kimsin dersen, oyunbazım derim. Benimle oynama dersen, sadece gülerim. Biz kimiz dersen, oyun arkadaşı derim. Peki... Biter mi dersen, ölsek de bitmez derim. Bu oyunda seyirci miyiz dersen, hepimiz oyunbozanız derim. Oyun bozulur mu dersen, bozacak kudreti taşıyamayız derim.  

Olur da yorulursan enerji içeceğine sarılma. Görevleri yapar bir can daha kazanırız. Oyun kumbarasına üç kuruş daha atarız. Sonra maskeler takar, örtüler sararız sandıklarımıza. Evin en mahrem yerine erzak depolarız, adı tapınak olur dar zamanlarda. Depoladıklarımızdan göz gözü görmez olursa avm açarız milenyum çağında. Bir tapınak da biz armağan ederiz diğer oyunbazlara. İçinde her şey olur. Sineması, tiyatrosu, mağazası, bebek bakım odası... Kışın sıcak olur içi, yazın serin. Tonlarca elektrik tüketir, çalışanlara elektrik faturasını ödeyecek kadar maaş vermeyiz. Hasılı biz oyunbazlar böyleyiz. Mış gibi yapar işin içinden çıkarız.

28 Kasım 2021 Pazar

Güvercinler

Kendisi sır. Yuvarlacık gövdesi sır. Heybesindeki sır. Bilinmez bir alfabeyle yazılır. Okunması mümkün olmayan bir mürekkep kullanılır. Sırtında allı pullu dünyası ile kanat çırpar. Yere iner. Pençelerini ekmek kırıntılarının arasına konduruverir. Kimisinin gıdısından bir sarkıt düşer. Kimisinin paçaları tozlu kaldırımları süpürür. Kimisinin pençecikleri vardır; Kan kırmızı. Halkalar dizilir yukarıdan aşağı. Hiçbir insanın giydiği hiçbir kıyafet böylesi asil değildir. Yerde fırlatılıp atılmış tanelere iş olur güvercinler. Bazen havalanırlar gökyüzüne doğru. Korkudan. İnsanların korkusundan. Uçarlar. Uçmak zorundadırlar. Yükselebildikleri en üst noktaya kadar... Takatleri kesilene kadar uçarlar. Sen de uç. Uçabildiğin kadar uç. Sonra senin için en doğru yere dön.

25 Kasım 2021 Perşembe

"Olmadı Agalar"

Fotoğraf: The Guardian
Bakıyorsunuz ancak görmüyorsunuz. Yürüyorsunuz, adım atmıyorsunuz. Duyuyorsunuz, dinlemiyorsunuz. Mırıldanıyorsunuz ancak şarkı söylemiyorsunuz. Çırpınıyorsunuz, yüzmüyorsunuz. Bükülüyorsunuz ancak oturmuyorsunuz. Kuşatıyorsunuz ancak çabuk pes ediyorsunuz. Sarp kayaları görür görmez hep bi' geri vites halleri... Olmuyor agalar. Öyle akşam ocakta pişen aşın başına oturmakla olmuyor. 

Sözde en ciddi konuları hep siz konuşuyorsunuz. Siyah beyaz takım elbiselerin içinde en has adam sizsiniz. En enteli sizsiniz. En iyi araba sizde agalar. En iyi kavgayı siz edersiniz. Sizin bilginize, paranıza ya da şiddetinize boyun eğmeyecek hiçbir şey yok. Konuştuğunuzu düşündüğünüz konular aslında öyle olmadı agalar. Cebinizdeki para sizin olmadı. Porsche sizin olmadı. Danteller de sizin değildi enteller de... Şiddet bile hiç sizin mülkünüz olmadı agalar.


22 Kasım 2021 Pazartesi

Dokunuş

Linke tıkla ve bu sabah ayaklarını, susamış kaldırımlara bas. Kökleri toprağa sıkıca sarılan ağaçlara bak. Yağmur damlalarını beklemekten yorgun düştüğünde nasıl kendini salıverdiğini izle. Sen de kucağındaki oyuncağa sarıl. Sevene sarıl. Sevilene sarıl. Ve elinden kim tuttuysa hiç bırakma. Bu sabah yüzüne dokunmak isteyen yağmur damlalarına engel olma. Bırak. Yüzüne bir el dokunsun. Bırak. Şemsiyeli insanlar hastalıklardan kendini korusun. Sen kocaman gülümse ve gökyüzünden gelen damlacıkları kabul et. Kıyafetlerin ıslansa da korkma. Bir ayakkabı ne kadar su çekebilir? Bir bulut en fazla kaç ton su alabilir? Bir anne en çok kaç oyuncağı olan bir çocuğa tahammül edebilir? Dağınıklığı toplarım dersen işler değişir. Ben de derim ki; Elindekileri bana emanet edebilirsin. Olur da bir gün kollarını açıp dans etmek istersen diye söylüyorum. Ben hem dans eder hem eşyalarını tutarım. 

Sonra bir gün olur parkinson gelir beni bulur. Romatizmadan yaşlı kadınların ve adamların elleri tutmayabilir. Gün olur yağmur damlalarını pencerenin ardından izlemek isterim. Belki bir gün sırtımı kaşımak isterim. Gizemli bir el kırık beyaz tülleri kenara doğru çeker. Bir sıralar ben de senin gibi korkusuzdum. Onun sabahları suratıma dokunmasından hiç korkmazdım. Şimdi suratıma dokunduğu kadar kahve fincanımı da getiriyor yanıma. Kitap okumak istediğimde gözlüklerime uzanmama yardım ediyor. Hatta bazen sırtımı kaşıyor. Bırak. Yaşlı ve hasta değilsen bulutlar dokunsun suratına. Ve unutma. Eğer bulutlardan korkmazsan bir gün pencerenin tüllerini bile açabilir.


16 Kasım 2021 Salı

Adım Adım

"Adım adım yürüsün zaman. Sayfalar aksın zamanla birlikte. Küçük ayaklar büyük ayak izlerinin üzerine basıp güçlensin. Çimenler bayram etsin sokak köpeklerinin adımlarıyla dövüldükçe. Ağaçlar selam dursun bize. Gözlerini diksin sincaplar. Elleri kirli, pasaklı oğlan çocuğu yol üstünde gördüğü toprağı eşelesin. Ablası babetleri kirlendi diye titizlensin. Bir baba ne bulduysa getirsin piknik örtüsüne yığıversin. Küçük kız solucanların peşine takılır sonra. Annesine sorar; "Neden ayakları yok bunların?"..."

Sana böyle güzel cümlelerle haydi aile olalım demek isterdim. Ama ben adım adım... Savrulalım diyorum. Belki hep savruk olduğumdan. Direncimin zayıflığından savrulmanın rahatlığına sığınıyorum. Hiçbir şey demiyorum bu nedenle. Hem sana hem de kendime tek bir söz etmiyorum. Olur da büyüsü bozulur diye. Savruluyorum. 

13 Kasım 2021 Cumartesi

Düşmekten Korkmuyorum

Parkelerde kaysın çoraplı ayakların. Dengede durmaya çalışma şimdi. Seni beklerken öğrendim ben ayağım kaymadan nasıl yürüyebilirim. Buzlu yollarda nasıl basmazsam ayakta kalabilirim, biliyorum artık. Oysa daha çok yolumuz var seninle. Merdiven inmeyi, basamaklardan teker teker çıkmayı denedim. Çoğu zaman basarken zihnimden akıp giden düşüncelerle tökezledim. Üst basamağın nerede başladığını, ayağımın altındaki basamağın nerede bittiğini kestirmesi uzun sürdü. Ben adımlarımı sayarken kalp atışlarımın ritmi de artıyordu. Ama bugün öyle bir gün değil. Şimdi aç kollarını. Bırakalım bizden başka herkes düşmekten korksun. Eğer sen de düşmekten korkmazsan yemeklerin içine bir çimdik senden katarım. Biraz nefesinden, biraz sesinden karışır kereviz salatasına. Şimdi mutfak karolarına bakıp akşama ne yapsam diye düşünecek zaman değil. Sen abla dediğinde mutfakta ne varsa  bereketlenir zaten.

Bugün saklambaç oynayalım seninle. Yakalandığında alı al moru mor yüzüne bakayım ben. Sonra dön gel sen yakala beni. Yakalar yakalamaz salıver. Bırak kaçayım. Ne zaman büyüyeceğimi sor bana mesela. Yürüyen merdivenlerin bantlarına oturmaktan ya da sokak kedileri ile beraber boşluğu seyretmekten ne zaman vazgeçeceğimi öğrenmeye çalış. Koltuğun yüksek kenarına çıkarak sırtıma atla. Boynuma dola kollarını. Sıkıca sararsan nefessizlikten şikayet etmem. Kollarını gevşetmeye çalışır gibi yapıp gülerim sadece.  

Kapıların kenarlarından tutup eşiklerden geçmeme engel ol sen. Kapılar demişken, kırılması kolay kilitlerle kapat her tarafı. Çıkması mümkün olsun. Ama kimse çıkıp gitmesin. Daha dans edeceğiz seninle. Afrika'nın yerli kabilelerine katılmadan önce antrenman yapacağız. Düşmekten korkmazsan belki elimde temizlik tüyü ile şarkılarına eşlik ettiğimi bile görebilirsin. 


 

7 Kasım 2021 Pazar

Haşarı

Çok yüksek sesle konuşma. Kulağıma fısıldasan da olur. Bu hengame arasında eğer sarılamazsan bana hiç darılmam. Yalnız ufacık bir tebessüm et, o yeter babana. Türlü haşarılıklar, yerli yersiz muzur tavırlar sergileyeceksin mutlaka. 

En çok kendine zarar vereceksin saçları iki yandan toplanmış küçük hanım. Doğan gereği pek söz dinlemezsin. Ama için ekşidiğinde hep babanın dizi dibine çökersin. "Ne'n var?" derler. Susarsın. Özlem desen, hep içinde gizli saklı. 

Ayakları yalın, yollarda koşan küçük kadın. Ellerinde otoban kenarından topladığın kır çiçekleri. Çamurlu ayakkabıların bugün evin kapısında kalsın. Sen tüm yaramazlıklarını yap koş gel bana. Ortalık toz duman olsa da körebe oynarız seninle. Yaşama mola verip sana masallar anlatırım. Masal biterse ben görevime dönerim yavrucuğum.

2 Kasım 2021 Salı

Kaldırımlara Şarkı Söyleyen Kadın

Günlerden bir gün bir kadın düşmüş kaldırımlara. Türküler tutturmuş, taşların arasına sıkıştırmış. Hayal aleminde bir dünya kurmuş ve kapılarını kapatmış. Nesi var nesi yoksa orada saklamış.  Bilirmiş ki anlamayacak kimse portakaldan salatasında niçin ördek sosu var. Basmadan eteğinin beline neden ip dolamış. Neden zaman zaman durgun, zaman zaman bozuk, zaman zaman hiperaktif bu kadın? Soruların yanıtı çalgının hünerinde.

Notaların yazılı olduğu deftere çalarken hiç bakmaz. Bir hırsız da çalarken paraya bakmaz. Baksa baksa belinden silahını çeken polislere bakar. Bir de esir aldığı insanlara... Belki yola, yoldakilere... Seyyar satıcı dediğin de kolaçan eder ki ortalığı kovalamasın zabıta. 

Oysa kaldırımlar ağır ağır basanı da pür telaş koşanı da duyar. Şarkı söyleyeni de sinkaflı küfürlerle kırıp geçireni de ağırlar. Amelie'nin hikayesi nasılsa öyle kaldırımlara şarkı söyleyen kadının da öyküsü. İçi kıpırtılarla dolup taşan gözlerinde iyilikten mühürler saklanan kadınlar onlar. Şaşkınlığını, merakını, utancını hep aynı bakışın ardına gizleyip pusuda bekleyen kadınlar, onlar bizim kadınlarımız. Ve ne yaşamdan kutsal ne tabiattan aşağı... Akışta var olan her insan gibi onlar da kaldırımlara şarkı söyler.

26 Ekim 2021 Salı

İstasyonda

The New Yorker'dan...
Tomris Yaşam'ın evinden çıktı. Şapkasının tüyünü okşadı. Yakalarını sıkıca kavradı. Tek tek düğmelerini yokladı. Ellerini ovuşturup rüzgarın yaladığı kollarına sürttü. Çantasında bir şeyler ararken acele adımlarla koştu, kaldırımlar ayaklarına bastı. Etekleri rüzgarla dans ediyordu bugün. Kulaklarına rüzgar üflüyordu. 

Sokak lambalarının titrek ışığı dışında hayat emaresi yok bu kentte. Karanlık çöktükten birkaç saat sonra hep böyle durur yaşam. Duruşuyla Tomris'i de durdurur. Yaşam böyle ister. O ne vakit dursa Tomris de dursun. Hatta o durmasa da Tomris dursun. Yerinde kalsın. Zincirlerini hiç kırmasın. Tutsak, köle... Hüküm giysin mesela ama elbise giymesin Tomris.

Ayaz iliklerine işler Tomris'in. Ellerinin damarları iyice morarır eldivenlerinin içinde. Bu kış gecesinde sokak köpekleri uluyarak parklarda dolaşıyor. Bazen havlamalarıyla ürkütürler güvercinleri. Kedileri kaçırırlar parklardan. Yürüyüşe çıkan insanlar varsa onları yoldan döndürürler. İstanbul'da sokak köpekleri Ankara'dakiler kadar saldırgan değildir. 

Gar adım adım geldi ayaklarına. Uzunca bir yürüyüşün ardından sabah trenine yetişmişti. Son yarım saati trenin içinde ısınarak geçirecekti. Yaşam'ı ardında bırakmıştı. Ankara'yı, kentini, kendini ardında bırakmıştı. Trende herhangi bir koltuğun kenarına ilişip pencereden son defa seyredecekti sevgilisini. Bu sabah buzların üzerinde kayan ayakları şimdi rayların üzerinde kayacaktı. Tomris Ankara'dan İstanbul'a gelecekti sonunda. Bunca zaman planlarını yaptığı, kurduğu bozduğu her şeyi burada başlatıyordu. Annesine dönüyordu. Yuvasına... Baba ocağına... 

Çantasında bir takım gecelik, bir takım gündelik kıyafet ve araştırmalarında gerekli olacak kitaplar. Bunlara ek kağıt, kalem, kalem traş, silgi... Yalnızca en önemli gereçlerini alabilmişti yanına. Kalan eşyaları toplamaya Aybike'yi göndermeyi düşünüyordu. Elbette Yaşam tüm varlığında hak iddia edip el koymazsa. 

İstasyonlara ev sahipliği yapacak bugün Tomris. Trenler gibi rayların üzerinden akarak tüm istasyonları ağırlayacak. Tomris bazen virajlarda enkaza dönmemek için uğraşacak. Gazdan ayağını çekecek, direksiyonu kıracak bazen yaptıkları yetmeyecek. Bir virajda yaşama kafa tutacak. Cebinden bir kağıt kalem çıkaracak Tomris. İstanbul'a ayak basar basmaz ona bir mektup postalayacak. Yaşam artık çok uzaklarda.

21 Ekim 2021 Perşembe

Ah Kavaklar Ah Kadınlar Ah Kadınlarımız

Fotoğraf alıntıdır.
Rüzgar sallasın saçakları. Kadının etekleri havalansın. Dans etsin otlar. Ocakta yemek kaynasın. Bir kadın iki arada bir derede bir sepet çamaşır assın. Çocuklarının kıyafetlerini, kocasının gömleklerini ipe dizsin. Naylon çamaşır ipine duygularını tutuştursun. Gizli kapaklı tüm kırgınlıklarını rüzgara teslim etsin. Rüzgar alsın götürsün uzak diyarlara. Kadının omuzlarından dünyanın yükü kalksın.

Kadının yüzünü hoyrat bir makasla eski bir fotoğraftan oysunlar. Anlatamadığı her şeyi fotoğrafın ardına yazsınlar. Çamaşır yıkayan elleri mi üşümüş? Kirli adamların ellerinde mi solmuş yüreği? İçi mi sızlamış? Çalışmaktan yorgun mu düşmüş? Omuzları mı çökmüş yoksa yanakları mı pörsümüş? Belki dudaklarının kırmızısı kaçmıştır. Tırnaklarının dipleri morarmıştır.

Yanağının yarısı arkasına dertlerini yazdığı fotoğrafta kalsın. Susup söyleyemedikleri ile tamamlansın fotoğraftaki eksiği. Acı düşmüş ne de olsa peşine. Ki onunla kör ebe oynar kadın. Tutar kolundan sıkıca kavrar. Kadın yakalansa bile sıyrılıp kaçar acının kollarından. Kolunun alı al moru mordur. Omzunda bir kanlı el, bir kesik ve kan damlaları. Tırnak mıydı derisini kazıyan? Belki makas değdi kesti, çekti, kopardı etini. Kavak ağacını andıran edasına aldırmadan omzu kanar.

Rüzgarın ıslıklarını dinler kadın. Rüzgarla eğilir boyu. Çamaşırlarla salınır saçları. Kavak ağaçları ile birlikte yerin altına nüfuz eder kökleri. Kabullenişin, tükenişin, varoluşun tek vücutta toplanışıdır kadın. Sonsuz diyalektiğin vatanıdır. Ancak omzundaki yükleri almalı rüzgar. Yanağındaki busenin izlerini silip süpürmeli kavak yaprakları. Oyulmuş yüzünü doldurmalı görünmez bir el. Eski fotoğraflardan sıçrayıp girer hayatımıza o. Kavaklara tutunur da gelir yanımıza kadar. Aramıza, yamacımıza girer. Yaralı suratı dünyadan payesini almıştır. Yamalı bohçası bin bir yükle dolmuştur. Sonra içine düşen dert, yemenisinin ucuna oya olmuştur. 

Rüzgarla ortak olur bir ıslık çalar fotoğrafın içinden bize. Tâ içimize; "Gel de gör nasıl sapasağlam çıktım fırtınalardan." diyecektir kadın. Biz zannederiz ki o yalnızlığında ölüyor, o içine göçmüş bir tepecik gibi sönmüş. Biz zannederiz ki kadın yalnız yemekten kilo almıştır. Oysa şişmiş vücudu günü geldiğinde eriyip bütün dişiliğiyle kendini ortaya çıkaracaktır. Oysa küllerinden doğmanın eşiğindedir. Yalnızca bizim anlamamız zaman alır.

15 Eylül 2021 Çarşamba

Aklım Sende

Fotoğraf alıntıdır.
Annemin kollarındayım bu sabah. Lavanta demledik, çikolatalı kruvasan kokusuyla gazete okuduk. Fincanı mermere bırakıp söylenme faslına geldik hızlıca. Senin kötülüğü, büyülü avuçlarının içine alıp erittiğin, atıllığı, tembelliği boğduğun fasıl bu fasıl. Parıldayan saçların sarılı kahveli yanıyor. Hem de yakıyor insanı. Sırmadan iplere dolanıyoruz. Güneş gibi doğuşun, ufukları tutuşturuşun ibret olsun cümle aleme. Cümle alem saçlarına dolansın memleketi kurtarmaya tutuşsun, yansın, kül olsun.

Benim aklım sende. Kaçmayı bir an bile düşünmedim. Kaçmayı düşünememek ne demektir? Çaresizlik?.. İç çekeyim desem yokluğunda, yapamıyorum. Lavanta kokusundan mıdır bilmem yüreğime bir yumru düşer oturur. Solukları birbirine karışan işçilerin nasırlı ellerindeyim şimdi. Nefes alamıyorum. Aklım sende. Sen değil miydin on yıla onbeş milyon genci sığdıran? Zaten az zamanda çok işler başaran senden başka kim olabilirdi? Aklımı senden nasıl çekip alayım? Senin varlığınla sarılmışken bu yurt dört baştan. Ben yurtsuzum adam. Sarıldıkça düşüyorum vatan kucağından. Peygamber avuçlarından ayrı düşüyorum. Boş duran birini görsen yüzün düşer senin. Kaşların çatılır. Gözlerin devrilir. Durmadan çalışıp ipi sırtlayacaktık biz. Biz, her yaştan, biz, senin gençliğin, hiç durmadan çalışacaktık. Öyle istememiş miydin? 

Huzurumu kaçıran işler yapıyorum adam. Ve gittiğin diyarlardan, senden, gelen hiç haber yok. Biz yılmaz bekçileri değil miydik kurduğun emanetin? Biz, dünyadan bîhaber değil... Kendimizden öteye düştük yalnızca. Biz içimizdeki asil kandan habersiziz, adam. Ancak benim aklım sende. Ben senden geçemiyorum. Onların ciğerleri ne kadar soğuduysa benim o kadar harlı... Tüm dünyayı dize getiren sen, emrinle tüm yurdu çelikten zırhlara bürüyen bizler... Şimdi, bir asır sonra yalnızca, bize ne olmuş olabilir adam? Biz bize ne yapmış olabiliriz? Kol kola, diş dişe, et ete geçen biz değil miydik? Bize ne oldu böyle? Nedir bu gevşemekler? Nedir bu hüzünlü, buruk haller? 

Şimdi senin gidişin, bize bıraktığın hasretli iç çekişler, özleyişler... Hüzünlü bir sürüklenişten başka hiçbir yarar sağlamıyor. Direncimizi, mutluluğumuzu, aşkımızı, tutkumuzu ellerimizden alan birileri yok oysa ki. Biz muhafaza etmeyi beceremedik. 

Biz Türk'üz adam. Göğüslerimiz örse yatırılıp dövülse de pişmekten gayrı zaaf göstermemekle yükümlüdür. Ki tunçtan bir siper olabilsin kurduğun ocağı duman duman tüten bu diyara. Bizden istediğin azmi, direnci, tutkuyu bırakmak, durmak Türk'e yaraşır mı? Hep en önden hep en ileriden. Bize mirasın değil miydi?.. Fırtınalara kapılmadan limana varmak. Bandırma'dan Samsun'a çıkmak. Bu savruluşumuzu yokluğuna mı borçluyuz? Sahipsizliğimize mi? Akılsızlığımıza mı? 

Benim aklım sende adam. Bir vuruluş vurulmuşum ki sarı saçlarına cayamıyorum. Benim aklım sende. Aklım sende, güneş gibi ışıldayan, deniz gibi saran, içime akan, dolan gözlerinde.

7 Eylül 2021 Salı

Beni Unutma

Senden payıma düşen hatıralar sırtımda. Yalnız birkaç saat geçirdik yan yana ve bir daha asla dans etmedik seninle. Geceden sabaha yaşananların hepsi sır. Gün gecenin koynuna saklanırken yaşananlar gibi. Bazen ağlaştık bazen gülüştük bazen kızıştık. Hepsi ufak tefek taşlar, dizildi kaldırımlara. 

Yine evden çıkıp düştüm sokaklara. Başımda şapkam, belimde kemerim, saçımda tokam ve her şey her zamanki kadar olağan. Takvim yaprağına bakmadım, tarihin pek bir önemi yok artık. Bugün İstanbul'un Fethi değil, Hazreti Muhammed'in doğumu değil, Napolyon'un ölümü değil... Dün de böyleydi. Önceki gün de... Metroya inen duvarlara yumruğumu sürtüyorum, Kieslowski'nin Blue'sundaki sahneyi hatırlıyor musun? Seni düşündüğüm anlarda fiziksel acı iyi geliyor. Dindiriyor tüm kargaşaları.

Hepimize irili ufaklı paylar düşüyor yaşamdan. "Benden sana ne düştü?" diyecek olursan, senden bana düşen bir fotoğraf yalnız. O da hatırımda saklı... Zamana karşı yarışması ne mümkün? Zamanda demlenen siman eskidikçe yerleşiyor içime. Eksiliyor sanmayasın. Her gün bir adım daha yakınıma geliyorsun. Şimdi sıra sende. Benden sana bir şey kalsın. Ancak ne kalsın? 

Bir tel saç dertle tütsülenmişinden?.. Kurutulmuş gül yaprakları, eski tokalar, şapka süsü, kahve çekirdekleri, fincan, kalem, yazı taslakları, öyküler, romanlar, şiirler, şarkılar... Hepsini alabilirsin belki de hiçbirini almamalısın. Ölümsüzlük hafızalarda saklı değil midir? Eşyadan hatıraları bir kenara at, hatıra diye canımdan, kanımdan, dişimden al beni hafızana. Bunu konuşuyorduk hep, ben sana hiç beni al dememiştim. Bana sahip ol dememiştim. Beni başkalarına bırakma demiştim. 

Ben senden gitmeden evvel çok konuştuk. Aramızda bitmek bilmeyen kavgaların amacı ve sebebi vardı. Seni onlara vermemek. Beni ele güne bırakmamak. Ben mülk değilim, adalet de temelimde değil demiştim. Yine söylüyorum, gerçek sevgi mülk bellemek değildir ki. Gerçek sevgi her gün silinen hatıralarda aramak pahasına ellere bırakmamaktır. Mühürlemektir, arada görünmez yollar inşa etmektir. Ben yalnız bir silüet seçtim senden. Bizden başka kimsenin yürüyemeyeceği kontürler çektim. Kağıtlara da  ihtiyacım yok. Her gün tüm detaylarını yeniden hatırlayarak üstünden geçiyorum. Gizli yollara düş arada uğra bana. Ben seni unutmadım. Sen de beni unutma.

6 Eylül 2021 Pazartesi

Gidelim Buralardan

Görüyor musun gökte kayan yıldızlar var? Bulutları aşıp esen rüzgarlar var. Otları içiren çaylar var. Güneşle yeşeren başaklar, mısırlar, günebakanlar var. Bir de bak metrekare hesabından hayatlarımıza. Gidelim buralardan. Aya ayak basarız birlikte. Mars'ta su ararız. Issız bir adaya düşeriz. Yanıma üç şey alırım; sen. Her şeyi birlikte çalışır yaparız. Değil mi ki taşı sıksak suyu çıkar? Değil mi ki minik minik damlayan sular deler vakti saati geldiğinde koca kayaları. Geride bırakırız tüm tanışları; aramayız hiçbirini. Yalnız sırt çantası; bir sana, bir bana. Balık tutarız çok acıkırsak. Hem sonra türlü otlardan yemekler kaynatırız. Metrekaresini hesap etmeyeceğimiz bir hayat kurarız seninle. 

Bir Yumak Oda Teslim Olduk


Köprüler kuruyorum, sana. Adı gün yüzüne çıkmamış kentler inşa ediyorum, bugün. Bir avuç ateşte pişip duruyor, çaydanlığın bedenine dolan çaylar. Burnundan üflüyor duman duman öfkesini. Canı yanıyor pencerelerin. Yüzlerce işçi çivi çakıyor, tuğla döşüyor, toprak kazıyor… Hepsini sen geleceksin diye yapıyorlar. Şehrin tam ortasından iki köprü varıyor bana. Biri can evime uzanıyor öteki eşikte bitiyor. Sokakları çapraz akıyor kent merkezine doğru. Binalar yok kentlerimde. İki üç katlı bahçeli evlerden oluşuyor, çitlerle çevrili etrafı hepsinin. Belediye daireleri de bu tip evlerin içerisinde olacak. İnsanların çok kıyafet giymesi yasak. Herkesin altı çift kıyafeti olacak. Günlük yemek ihtiyaçları mahallenin anaları tarafından pişirilecek. Bir kentin yirmi anası olacak, analar işsiz kadınlardan seçilecek. Kahvaltı ve akşam yemeği düzenlenecek kent meydanında. Kış vakti olursa eğer binaların içinde verilecek yemekler.

Çaydanlığın burnunu yakıp geçen öfkeli duman pencere camlarını ısıtsın dursun. Bugün her şey farklı olacak bizim için. Değişecek dünyamız. Dünyalarımız birbiriyle çakışacak. Bedenim bir harın ortasında kalacak. Bir rüzgar esti; bir yumak ateşi şehrin kasrına bıraktı, geçti gitti. Kasır çöktü; rüzgar tüm şiddetiyle gemilerin yelkenlerini doldurdu. Yelkenler doldukça gemiler hareket etti. Bilinmez diyarlara doğru yol aldılar. Rüzgar bir kısmıyla ufuklara yolladı savurduğu polenleri, tozları. Kumları, saçları, saçakları, hepimizi birbirimize kattı kalan kısmı ile ektiği, gagasıyla beslediği yangın. Kurulmayan kentlerimizin meskun vatandaşları pür telaş meydanda buluştu. Kasrın çatısı yıkıldı. Duvarları çatırtılarla döküldü. Yangınını söndürmeye gelen ahali definesinde kayboldu. Giden bir daha gelmedi.Yıkıntılar, alevlerin arasında ateşin harına har kattı. Hazinelerinden kucak kucak doldurup dönenler görüldü. Bağrına ateş dolduran vatandaşlar gittikleri her yere yeni bir od koydu. Alevler kentleri tutuşturdu.

İnsan en çok kendine inanır. Kendine yaslanır. Kendinden kendine yeni köprüler kurar. Ve bu oluşun tetikleyen sebepleri olur. Sonra o gider. O gidince köprüler yıkılır. İnanç yok olur. Yaslanacak hiçbir şey yok şimdi. Esen tüm rüzgarlar savurabilir beni. Hiçbir şeyi eskisinden daha çok sevmiyorum. Pazartesi sabahı bir alev topunun içine düştüm. O sabah yaşadığım sarsıntının hemen her şeyi yıkacak kudrette olduğunu anladım. Uzun bir süre kimsesizliğime yaslanayım ben; değil mi? Kendime inanmaya yeniden başlayana kadar. Hem yapacak çok işim var. Kulağımda yine Acem Peşrev'i… O sabah içine düştüğüm hâr bir daha yakmayacak beni. Yakmasına müsaade etmeyeceğim. Kendime inanmaya yolculuk ediyorum artık. Yelkenleri dolduran rüzgarlarım yok. Yalnız başımayım. Adaleti de mülkü de temeli de onların olsun.

Kimsesizliğine teslim oldu kurulmaya yüz tutmuş kentlerim. Her tarafı ayrı tutuşan inşaatları var artık bu diyarın. Tüm mülklerin temelinde od var artık. Ocak ocak yanan, ocaklarında çay demlenen odlar var. Camları ısıtan öfkesi var.


Meskensiz

Şu kancaya takılalım, kayıp kaçalım seninle buralardan. Sen beni kap kolumdan tut götür. Ya da ben seni alayım rüzgarıma. Uzaklara doğru gidelim ayaklarımız yere basmadan.  Belki yıllar boyu uçarım seninle. Belki birkaç dakika sürer tüm büyüsü. Şimdi sen ağız dolusu itirazlarla gelirsin bana; "Ne kadar süreceğini hesap etmektense seyre dalsak olmaz mı?" dersin. Olur. O da olur elbet ama şimdi değil. Sen ufka gözlerini dikmiş etrafın röntgenini çekerken ben seni seyredeceğim. Ne kadar sürer bu düş? Hem ayaklarım yere değince kaç vakit geçti sanacağım? Normalinden uzun mu gelecek? Yoksa tek nefeste geçmiş bitmiş mi olacak tüm yolculuğumuz? Bittikten sonrası peki ya?.. Asıl orada başlamıyor mu maskelerimiz düşmeye? Gerçek tanışmalarımız hep ayrılıklardan, bitişlerden sonra değil mi? Oyunlar kurup oynarken kim kimi sahici tavrıyla görebilir ki? Rollerimiz ele geçirmez mi bizi? Bak şimdi uçuyoruz seninle iki tayyare gibi. Biraz seyyar Tayyar amca gibi... Duraklarımız var ama yerimiz, yurdumuz, bir meskenimiz yok bizim. 
 

3 Eylül 2021 Cuma

Teşekkür Dansı

Herkesin herkese değdiği, kimsenin kimseye dokunmadığı şehrimde işlersin ruhuma. Herkesin herkesi duyduğunu herkes bilir de, kimse bilmez, kimse kimseyi dinlemez. Ben de bilirim ki söylemediğim sözler yankılanır kulağında. Herkes, şehrin ışıklarına bakmaktan kördür, herkesin yaralarına bakar ve pek azı görebilir. Hiç kimsemin yaralarıma merhem olmadığı memleketimde kemiklerime kadar işlersin. Duyguların boşluğunu lüks restaurantlarda doldurur herkes. Yalnız sen bir pamuk şekeri ikimize paylarsın. Tadına doyulmaz yolculuklarının davetsiz misafiri, ben... Çocukluğun samimi kokusuna buram buram sarılırsın, sen. Sonu gelmeyen oyunlar kurarız. Bitti sandığımızda hep kaldığımız yerden devam ederiz. Ben susarım. Sen dinlersin. Ben kaçarım. Sen kuşatırsın. Ben saklanırım. Sen duvarları aşıp sobelersin beni. Huzurun kokusunu duyup da sana koşmayan ayak var?.. Kokuna sinen şükranın, teslimiyetin tılsımına yakalanmayan yürek var?.. Söyle, sensiz yaşam var?..   

22 Haziran 2021 Salı

Görülmeyi Görülmeyi

Görsel: 
https://felixinclusis.tumblr.com/tagged/Isaiah-K.-Stephens

Toz duman sarmış başkentimi sis inmiş tarlalarıma

Başakları bükülmemiş eğilmemiş çevirmiş sırtını güneşine


Temmuz rüzgarına teslim saçaklarınla kuru dallarınla toprağı kar gel

İş ki kardığın toprağın solucanları parmaklarına dolansın girsin kanıma 

Yedi peçeni açmamış yedinden evvel ellerim sekizinde haramilere teslim 

Başaklarını sökmüşler peçeni yırtmışlar gömleğin gibi önden değil


Mührünü çözdüğünden beri kapanmayan mektuplarım var sana

Sen de burak sırtında geliyor ben diyeyim bir ulaktır yollarına düşen

Pencereni döven hakikate kapıların açılmaz yedi peçen açılmaz

İliklerin açılmaz solucanların saçılmaz Davut mührünü yeniden vurmaz


14 Mayıs 2021 Cuma

Günahkar Fısıltılar

Görsel: Taylan Uran 
(Yeditepe Bienali 2018
Kâbusu Azat Sergisi)
Dolu dizgin akan bu nehrin suları aşktan bir bardağa dolacak. Bardak çatlayacak ya da nehir bardağı yok sayacak. Kan dolacak içi ya kana bulayacak kırıkları ortalığı. 

Ve sen ışıltılı keskin bardak; Senin bedenin aşkın bedeni kesilecek yeni bir lisanda. Senin ellerin aşkın elleri deyip öpülecek. Karanlıkları yarıp gelen ufuk ışıkları dans edecek gözlerinde. Diyecekler ahir zaman olacak bir gün; Senin davan aşkın davası. Sen pür dava. Koca nehir senin bağrına sığar mı güzel bardak? Kırar seni tozla duman, tuzla buz eder ama ekmeği banamazsın. Ölüverirsin. Sen ölürsen davan ölür.

Bir küheylana atlayıp gideceksin buralardan. Son sıradan aşkın şehitleri arasına yazılacaksın. Sen küheylanın sırtında ben Hüthüt kuşunun kanatlarında. Yollara, dillere, aşklara, ateşlere düşeceğiz. Birlikte veya ayrı detayların ne önemi var? 

O vakit, koca mahluk tek dememiş miydik biz gün aydınlanıyordu... Bunca bir bunca gayrı iken senle ben, Hüthüt kuşunun kanatlarından düşer bir haberci. Külleri küllerine yetmiş iki milletin karışır da karışır. Kanları kanlarına yetmiş iki şehidin bulanır da bulanır. Haberci makamından düşer de düşer. Yetmiş üçüncüsü muhakemede zaman aşımından yeniden doğar. Ölmek için doğar. Yetmiş dördüncüsü yetmiş üçün korunda... Pişer... Tutuşur... Yanar... Piş... Tutuş... Unutuş... Tutuş... Yutuş... 

Hüthüt kuşu uçsun. Varsın, efsanelerden bozma Kaf Dağı'nda tutuşsun. Ateş otuz kuşu yeniden doğursun, yetmiş üç şehidin kanında yansın da dursun.

25 Nisan 2021 Pazar

Kırık Ayak

Fotoğraf: Ara Güler
Günlerden bir gün bizim göçerler ile Taşeli platosuna geldim. Akdeniz'den gelen serin rüzgar omuzlarımdan öptü, saçlarımı sırtıma vurdu o gün. Hayvanların tüylerini, kadınların şalvarlarını silkelediği gibi. Atlar, itler, katırlar birbirine hiç benzemeyen adımları ile platoya yürüdü. Her an büyük bir uyumla göçmezdi bizimkiler. Çok kavga ederdik. Çok kayıp da verirdik. Bir Hasan emmi vardı. Tepesi attığı vakit çevresindeki 4 kişiyi tek başına döverdi. Hızını alamazsa ormana girer odun keserdi. Savaş gazisiydi Hasan emmi. Kimse ses çıkaramazdı elbet saygıdan. Hangi savaşın gazisi olduğu ise sır. Kimse bilmez. Sormazlar da.

Sorgusuz sualsiz bir saygıdan nemalanan Hasan emmi bir yana. Taşeli'nde konaklayacağımız gün atlara su vermeye yolladı beni Hatun Ana. O gün suyu doldurduğum taslardan birine ayağım takıldı. Ayağım kırıldı. Canım çok acısa da kimselere ses edemedim. Onların da beni duyası yokmuş ki oracıkta kendi kendime sarmaya kalktım ayağımı. Pek beceremedim. Bizimkiler hareket etmek için toparlanmaya başladı. Ne benden atlara su vermemi isteyen Hatun Ana ne de diğerleri, yokluğumu fark etmediler. Bir garip Hüseyin vardı; zayıf, çelimsiz, nerede bu çocuk demediler... 

Platoda yalnız kalınca eşeğimin yanına gittim. Ağır aksak adımlarımı hissetmiş olacak ki usulca dizlerinin üzerine çöktü. Sırtındaki yükleri aldım ondan. İstediğim, düpedüz yalnız kalmaktı. Hiçbir suç ortağına, yol arkadaşına izin vermemek. Tehlikelere karşı yalnız kendimden güç almak. 

Onu çevikliğinden alıkoyan her şeyden arınsın istedim. İpini çözdüm. Benden uzaklaşmasını seyrettim bir süre. Ardımı döndüm, gerisin geri yürümeye başladım. Yollarımız ayrıldı. Peşime düşen bir nefes vardı. Geri dönüp bakmadım. Kim olduğunu biliyordum. O benim tenha yoldaşım. Bizim göçerlerden bana kalan kalınca bir halat vardı. Ağacın dallarına sardım. Bir baş genişliğinde halka yaptım. Az daha genişlettim halkayı. Bizimkilerden bana kalan ne varsa hepsini astım ağacın dalına. İlmeği sıktım. Ağacın yeni bir meyvesi daha oldu. Diğerlerine nazaran biraz daha yüklüydü yalnızca. Eşeğim yanımda. Aksak adımlarım platoya iz bırakıyor.  

13 Nisan 2021 Salı

Kitaplık Artık YouTube'da


 Bir Giriş Denemesi ile Kitaplık artık Yotube'da sizlerle. Hazırlayıp sunduğum bu programa tüm kitapseverleri bekliyorum. Çayını kap gel! Burada muhabbet var.

31 Mart 2021 Çarşamba

Tepenin Ardından

Fotoğraf: Ara Güler
Bugün Zehra'yı seyrettim ufak bir tepenin ardından. Ayağında yanları açılmış eski ayakkabısı, omuzlarında iki güğüm su. Mahalleye şebeke suyu gelmediğinden taşımak zorunda her sabah. 

Ezanla uyanır Zehra. Babasının abdest suyunu ısıtır ocakta. Sıra kendine gelmez ama bir türlü. Önce anası sonra kardeşleri... Tek tek hepsinin elini yüzünü yıkamasını bekler. Ardından herkes ortalıktan kaybolur öyle yıkar o ellerini. Sessiz sakin suyun damlalarını; yüzüne, eline dokunuşunu hisseder. Suyla beraber akar bazen. Yolun sonu nereye varacak bilmeden kapılıverir. Sonra giyinir. 

Koşarak okula gelir her sabah. Okulda sırasından hiç kalkmaz. Ben giderim. Zehra'nın yanına ilişirim. Bazen saçlarını çekerim. İki yandan örülmüştür genellikle. Bazen at kuyruğu yapar. Sınıfın saçları en parlak kızıdır o. Konuşmak istediğim zaman çok umursamaz beni. Bugüne kadar hiç cevap vermedi. İşte o zaman ben de saçını çekmek zorunda kalırım. 

Ben kaçarım. Zehra kovalar beni. Okul çıkışı şansım yaver giderse gülümser bana. Daha da şanslıysam gelip çimdik atar. Sonra koşa koşa evine giden yokuşu iner. Etekleri havalanacak olursa eliyle tutar. Sabah olur. Zehra usul usul yeniden çıkar evinden.
 

7 Şubat 2021 Pazar

Çadır

Fotoğraf: Ara Güler
Bugün bir Yörük anasının yanında uyanıyorum. Başımda toprak bulaşmış oyaları ile duran yemenimi çekip alıyorum. Derin bir nefes çekiyorum ciğerlerime. Burnuma odun ateşinde pişen ekmeklerin kokusu geliyor. Sarıkızı sağmaya giden çocukların kıkırdamaları kulağımda bu sabah. Sen İzmir'in bir köşesinde, sevginin merhametli kollarında uyanmayı bekliyorsun. Ben yaşamın en vahşi suratı ile boğuşmaya başlıyorum. En son ne zaman aynaya baktığımı bilmiyorum desem inanırsın değil mi bana? Burada sokaklar yok Mustafa. Sokak aralarında şımarık şımarık koşturan çocuklar da yok. Burada her gün yapılması gereken yeni görevler var. Burası büyük bir arazi Mustafa. Otlaklar var. Cayır cayır odayazan yüreğim ile beraber tutuşan otlarla dolu etrafım. Kaldırım taşlarını sayarak gün geçiren bir kadını çadırlara kadar götüren nedir? Şehrin karmaşasından, bütün hayal kırıklıklarından, terk edip gitmelerden, sövüp saymalardan sıyrıl. Geç karşıma otur. Haydi. Tam bir kızılbaş gibi davran. Kuzu otlatmaya çık yaylalara. Akşam bir tas çorba yanında da sade bir salataya talim oluruz. Evvel Allah. Yetmiş yıllık ömrü dörde çarpar ikiye böler öyle yaşarız. Yaşlı kadın demir tepside ayıkladığı pirincin taşlarını toprağa fırlattı. "Her şey ait olduğu yerde güzel." dedi. Yemenimi katlayıp yanımdaki yüklüğün üzerine bıraktım. Çıktım çadırdan yaşlı kadının yanına gittim. "Öyle, değil mi?" dedim. Yaşlı kadın demir tepsiyi aldığı gibi ateşin başına geçti.  

Sanki hiçbir şey olmamış gibi aşını ocağa koydu. 

23 Ocak 2021 Cumartesi

Başka

 

Fotoğraf: Ara Güler
Kahve fincanlarını masaya koydu. Karşımda boş duran koltuğa oturmadı. Yerde bağdaş kurdu. "Anlat." desin diye bekledim. Konuşmadı benimle. Tek bir soru sormadı. Kahvesini alıp içmeye koyuldu. Gözleri hem bana bakıyor hem benden kaçıyordu. 
"Bizimkiler" dedim "Özledi seni". 
Hiç istifini bozmadı. Yutkundu yalnızca. Sonra bir yudum daha içti kahvesinden.
"Özellikle Feyyaz, bilirsin çok sever seni. Muhabbetini hep ötekilerden ayırır." 
Ne bir cevap verdi ne de herhangi bir tepki. 

Masada duran kar küresini sallayıp yerine bıraktım. Kar taneleri aheste aheste insin aşağı. Elimi cebime attım. Bir fotoğraf çıkarttım. Katlandığı yerlerden boyaları silinmiş. Basıldığı ilk gün ne kadar canlıysa şimdi o kadar eprimiş. Kar taneleri birer birer düşsün gökyüzünden yeryüzüne. Kahve fincanını kenara bıraktı. Fotoğrafı almak için uzandı. Ardından geri çekti kendini. 
"İşe yarar şeyler değil bunlar." 
Bir müzik açtı dinlemek için. Geçti yerine oturdu. 
"Üşüdün mü?" dedi.
"Eh biraz" dedim.
"Kahve ısıtır" dedi.
"Feyyaz ağabey de severdi bilirsin." dedim.
"O orta şekerli içer" dedi.
"Ben sadeden şaşmam." dedim.

Ondan beklemediğim bir çeviklikle kanepelerden birini kaldırdı. İçeride bir sağa bir sola çekiştire çekiştire bir şeyler aradı. En sonunda;
"Heh..." dedi.
Elinde bir fotoğraf albümü. Eliyle beni çağırdı;
"Gel, gel bak burada neler var." dedi.
Gülümsedim;
"Tabii sende bir hazine dolusu fotoğraf varken bendeki buruşuk şeyi ne yapasın ki değil mi?" dedim. 
"Takılma böyle detaylara. Baksana o vakitler ne de güzel yağıyormuş kar." dedi.
"Şimdi asit yağsa yarabbi şükür diyeceğiz." dedim.

Kapı çaldı. Kalkmaya yeltendim. Eliyle oturmamı istedi benden. Kapıya koştu. Yıllarca bu anı beklemiş de sonunda gerçekleşmiş gibi. Kapıda yuvarlak koca göbeği ile bir adam belirdi. 
"İznin var mı girebilir miyim?" dedi.
"Islanmışsın." dedi.
"Sorma... Bir kahve var mı?" dedi.
Koşa koşa mutfaktan bir fincan kahve daha getirdi. 
"Seni gördüm az evvel balıkçılarla beraberdin." dedi.
"Yardım istediler Muhtar ağabey." dedi.
"Seslendim duymadın beni. Neyse seni arayan soran oldu mu bugünlerde."dedi Muhtar.
"Yahu kim niye arasın siz de çok alemsiniz." dedim.
"Hemen çıkışma." dedi.
"Kim arasın neden arasın yahu." dedim.
Muhtar: "Bugün bir araba kaza yaptı." dedi.
"Gördüm, yoldan çıkmış." dedi.
"Her yoldan çıkanı yola geri alsaydık o-hoooo..." dedim muzur muzur gülümseyerek.
"Şu kolye senindi, al istersen kaybolmasın." dedi.
Muhtar: "Plakayı okuyabildin mi?"
"Yok, hızlıca geçtim oradan çok dikkat edemedim."
"Okusa ne olacak sanki?.." dedim. Demesem daha iyiydi belki de... Telefon çaldı.

16 Ocak 2021 Cumartesi

Davetiye

Fotoğraf: Ara Güler
Mutfak tezgahının üzerindeki kurumuş zeytin çekirdeklerine şöyle bir baktım. Hırkamı giydim. Sessiz odayı dolduran gıcırtı sesi ile kapıyı açtım. Telefonu evde bıraktım. Kapüşon her zamanki gibi saçlarımı örtüyor. İri yağmur damlaları hırkamı dokunuşları ile ıslatmaya başlıyor. Tenha yollardan geçiyorum. Bu sırada bir iki araba yola misafir oluyor. Geçip gidiyorlar. İçlerinden biri yoldan çıkmış. Gri bariyerlere çarpmış. Gece olmasına seviniyorum. Trafik olmaz en azından. (Gündüz olduğu kadar.)

Aşağılara iniyorum. Şehrin derinlerine. Kimselerin bakmak istemediği baksa da görmeye tahammül edemeyeceği yerlere. Soğuk, katı ve saf suratına yaşamın...

Bir sürü denizci. Bir bir dizilmişler ellerinde ağlarıyla. Ağrılı, sancılı, belini tutmuş, en ihtiyarı. Tek eli yine ağda. Ekmek kavgasında. Koca elli, koca ayaklı, iri gövdeli Deniz Adam'ın azaları olmuşlar. 

Ağı çekiyorlar sudan. Sessiz sedasız sözleşiyorlar sanki. Hep aynı anda hareket ediyorlar. 

'Davetiye mi bekliyorsun? Tutsana şunun ucundan.' Diyor içlerinden biri. Konuşmadan ağın bir ucundan yakalıyorum. Yağmur şiddetleniyor. Denizin suyu her yanımdan kuşatıyor. 

Ağı toplamak kaç saatimizi aldı emin değilim. Eve döndüğümde tezgahın üzerinde beni bekleyen zeytin çekirdeklerini sinekler sarmıştı. Yağmur damlacıkları süzüledursun. Paçalarımı iki kat kıvırayım. Ben bir kahve koyayım ocağa. Tıngır tıngır kaynasın. Köpüğü dolsun taşsın. 

Kapı zili çaldı. Gece yarısı. Güneş doğmaya yakınken. 'Kim o?' Sorusu ile açtım kapıyı. Hiç konuşmadı. Çıkardı ayakkabılarını içeri girdi. Koyu mavi bir gecede... Şafak söktü sökecek. Benim gibi yağmurdan nasiplenmişti o da. Bir muşamba serdim oturacağı yere. Yalnızca kolyesini çıkardı. Bıraktı bir köşeye. 

Zeytin çekirdeklerini kaldırdım tezgahtan. İki kahve fincanı çıkardım dolaptan. 

9 Ocak 2021 Cumartesi

Sen Anadolu'sun

Fotoğraf: Ara Güler
Gizli saklı bir bahçe. Bu bahçe senden bir parça. Güz vakti kızaran sararan ağaçlarla çepeçevre. Kışın kuru dallar sobada... İsi dumanı bacada. Kapının önünde bir sacda pişirsin kasabanın annesi gözleme, katmer, poğaça. 

Gözü kör, gönlü uyanık, ayağı topal, sırtı yamalı dilenciye versin bir kapta sıcak çorba. Dilenci çorbayı karıştırsın, ana katmeri katıştırsın. Zamanı eritsin dilenci. Bir tutam varlık katsın. Adına nane desin. Kekik desin. Reyhan desin. Yüreklere sevgi akıtsın, ruhuna midesine can katsın.

Kiremit çatıdan aşağı atlasın küçük Yiğit. Koştur koştur flüt çalsın. Yaşlı ağacın gövdesine çıksın. Dilenciye gülümsesin. Annesinin elinden gözleme yesin. Ablası halı dokusun Yiğit'in. Babası tarla çapalasın. Kardeşleri kitap okusun. Komşular akşam gelip toplaşsın sacın başında. Tüm kasabaya Karagöz oynatsın Yiğit. Zilli tefi sallasın beş kerre. Derisine vursun bir kerre.

Kasabanın annesi derler Yiğit'in annesine. Beyaz yazmasını atsın omzundan geri kasabanın annesi. Bütün çocuklara sevgiyle hikayeler anlatsın. Elma soysun. Dilim dilim dilimlesin. Yiğit koşsun elma dilimlerine varlık eksin. Adına tarçın desin kasaba ahalisi. Yiğitçesi varlık olsun. Zamanın katığı olsun.

Gizli saklı bir bahçedeyim. Görünmez bir eşikteyim. Anadolu'nun içlerindeyim. Göz gözü görmez burada hele bir sis bastırsın. Kıvrımlı yolların ucundayım. Derme çatma pencereleri dövüyor kuru dallarım. Issız sessiz bir evin kıyısındayım. Ben Anadolu'dayım. Sen de topraksın. 


 
 


Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...