30 Haziran 2018 Cumartesi

İletişim teşebbüsleri

Canavarlarla dövüşen kişi, kendisi de bir canavara dönüşmemeye dikkat etmelidir. Ve ne zaman bir uçurumun derinliklerine doğru baksanız, uçurum da sizin derinliklerinize doğru bakar.

(Friedrich Nietzsche)


Yabancılaşma üzerine bir giriş
İtiraz etmeye güç yetiremediğimiz, kendimizi ifade edemediğimiz anlar oluyor mu? Şartlar bir türlü bizden yana değil mi? Yanlış mı anlaşılıyoruz? Evet. Dünyaya yabancılaşıyor ve yavaş yavaş kendimizi kendimize mi hapsetmeye başlıyoruz? Evet. Peki, bunun sebebi nedir?

Tanıdık mı canavar mı?
Hayatımızda hiç bir canavarımız oldu mu? Fazla güzel ya da fazla çirkin anlarımız oldu mu? Bunu da birilerine borçlu muyuz? Evet. Haklıyız da çünkü muhatap olmadan iletişim deneyimi gerçekleştirilemez. Hepimizin her gördüğünde hatırladığı, asla silemediği anlarının mimarı olan tanıdıkları vardır. Tanıdık demek de doğru olmayacak ama yine de tanıdık diyelim biz.

Nasıl yabancılaşıyoruz?
Bizi dünyada yabancılaştıran şey nedir? Her şeyden önce yabancı olmak mümkün müdür? Evet, birtakım filozoflar bunun mümkün olduğunu söylüyor. Bazı zamanlarda hakim bir tepeden bakarız olaylara. Uzaktan inceleriz her şeyi. Manzaranın saçmalığı karşısında da bir tavır takınırız. Bu tavır, kimimizde ifadesiz bir surat olur, kimimizde kahkaha olur, kimimizde sessizlik ve somurtma olur. İşte o an yabancıyızdır artık karşımızdaki her şeye, dünyaya yabancılaşmışızdır artık. Tanıyamayız hiçbir şeyi; olayları, insanları ve mekanları. 

Canavar var mıdır?
Kimdir canavar? Hulk bir canavar mıdır mesela? Peki Shrek, o bir canavar olabilir mi? Yoksa siyasetçiler mi bizim canavarımız? Ya da gözlerimizin içine baka baka dedikodumuzu yapan arkadaşlarımız mı? Arkamızdan planlar kuran insanlar peki, onları hangi sıfatla anacağız? Suriye'de doğmuş bir çocuk için canavar kim? Afrika'da karşısında gördüğü her beyazdan korkan insanların canavarı kim? Asıl soru, bütün insanlığın tek bir canavarı olabilir mi? Yani hepimiz tek bir canavarla mücadele ediyor olabilir miyiz? Canavarın kim olduğunu tesbit etmek çok önemli bir adım burada zira hastanın tedavi edilmesi için hastalığın teşhis edilmesi gerekir. Hastalık teşhis edilirse mikrobun türü belli olacak ve tedavi süreci ona göre işleyecektir. Canavarımız bazen bir gribal enfeksiyonken bazen bir tatlı canavarı bazen de siyasîler olabiliyor.

Yabancılaşma ve uçurum
Yabancılaşmış her insan bir uçuruma dönüşür. Ne söylerseniz yankılanır mesela. Tepkisizdir ve bizim kendimizden başka hiçbir şey bulamayacağımız bir  boşluktadır. Ben Brecht'in yaşadığı çağa ve topluma  oldukça yabancılaştığını düşünüyorum. Aynı şekilde Sartre, Simone de Beauvoir, Luce Irigaray ve Nietzsche için de aynı şeyi düşünüyorum.  Onları okurken kendimizden başka bir şeyle karşılaşmayız. Düşünce insanı olmaları sebebiyle elbette bir perspektif sunarak yüzleştirirler bizi dünyayla ama nihayetinde bulduğumuz yine kendimizdir. Açtıkları fikir oyuklarıyla yabancılık kat sayımız biraz daha artar ve böylece biraz daha tanırız benliğimizi ve etraftaki şeyleri. Kanaatimce  felsefeyi tehlikeli bulan insanların çoğu da bundan dolayı tehlikeli buluyor. Çok doğal, bir uçurum atlayacak cesarete sahip olmayan herkes için ölümü çağrıştıracaktır.

Canavarımız nerede?
Bu sorunun yanıtı çok farklı biçimlerde verilebilir. Hepimizin yanıtı birbirinden farklı da olabilir. Gözleri görmeyen bir insanımız için karanlık bir canavardır. Bünyesinde bir canavarla gezer. Yaşlanmış insanlarımız için yalnızlık bir canavardır. Ne zaman birisi yanlarından gidecek olsa yer yer huysuzluk ederek yer yer ikramlarda bulunarak hatta bazen eski fotoğraf albümlerini çıkarıp üzerine sohbet ederek gitme derler insanlara. Bilirler ki yanlarındaki kişi gittiğinde hemen yanı başındaki canavarıyla başbaşa kalacaktır. Onun canavarı da hemen bitişiğindedir. Öğretmenlerin ve düşünürlerin canavarı cehalettir mesela ve onlar sürekli olarak bununla mücadele ederler. Çünkü cehalet her yerdedir. Öğrencilerin canavarı bilgisini sakınan hocalardır. Bu tip eğitmenlere her yerde rastlanılabilir dolayısıyla öğrencilerin işi oldukça zordur. Askerler için vatan toprağına tehdit olacak her şey bir çeşit canavardır. 

Çatışma, dönüşüm ve ölüm
Canavarlarla mücadele ederken toprağını koruyan bir asker ile uçuruma dönüşen bir düşünürün sentezi gibi olmalıyız. Sınırların ihlal edildiği yere kadar canavarımızın kendini bulduğu bir mecra. Sınırların ihlal edildiği yerde yırtıcı bir kuş. Hayır demeyi yeni öğrenmiş bir genç gibi aniden. Büyük bir hışımla ihlali bertaraf etmeliyiz. Vatan müdafası gibi olmalı bu, kesin ve cüretkar adımlarla uygulanmalı. Karşıdaki canavarı kendini sorgulamaya iterek yani. Tabi tüm bunları yaparken de kendimiz olmak çok zor olacaktır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi iletişim süreci tek taraflı işlemez, karşılıklı birtakım iletilerin gönderilip alınmasıyla gerçekleşir. Bu durum canavarın kültüründen bize bir şeyler aktarılması anlamına gelir. Ama aynı zamanda bizden de canavara akan bir kültür söz konusudur. Eğer bir canavarla dövüşeceksek (herkesin kendine özgü bir canavarı olduğunu unutmayalım) onun iletilerine kulaklarımızı tıkamak zorundayız ki iletişim süreci bittiğinde canavar biz, biz de canavara dönüşmeyelim. Şizofreni hastalarının düştüğü durum buna çok güzel bir örnek olacaktır. Çünkü biz bir canavarla dövüşürken canavar da bizden bir uçuruma bakmaktadır. Kendini bulabilmesi için tepkisizliğimizi ve benliğimizi korumak zorundayız. Bu durum canavarı kendine getirecektir. O kendine geldiğinde yani harabetmekten vazgeçtiğinde, biz eğer aynı yerde duruyorsak iletişim süreci devam edecektir. Çünkü o hala daha karşısında bir uçurum beklemektedir. Eğer o uçurumun durduğu yerde yeni bir canavarla karşılaşırsa kendini hatırlamaktan kaçacaktır. 

Olan bize olacaktır çünkü biz çoktan benliğimizi kaybetmişizdir.







Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...