4 Ekim 2019 Cuma

Uyandırma Seansı

Yerinden kalkıyor ve masanın köşesindeki bilgisayarımdan bir parça açıyor. Yumuşak başlayan müzik gittikçe keskinleşiyor. Dünyanın bir bebeğe uçuşan melekler olarak görünmesi gibi... Büyüyoruz... Ve... Melekler balıklara dönüşüyor. Bazıları köpek balıklarına dönüyor.
Birileri şeytanı canlandırmak zorunda. Sağa ve sola yaylanarak odanın içerisinde yürümeyi deniyor. Kollarıyla önce yarım daireler çiziyor. Ardından yükselen tını ile beraber yerinde dönüyor. Kollarını döngünün esintisine emanet ediyor. O dönüyor... Dünya dönüyor... Gezegenler dönüyor... Ve ben... Dönüyorum... Omuzlarında türemiş umut çiçekleri var. Yerle bir olacak bu buz dağının yamaçlarındaki küçük gelincikleri andırıyor. Buz dağlarında gelincikler açabilir mi?.. Haydi söyle! Buz tutmuş bir ruhta çiçek açabilir mi?.. Omuzları ile geriye doğru oval hareketler yapmayı deniyor, beceriksiz. Sonunda dengemizi kaybedip yere kapaklanıyoruz. Kahkahalar patlatıyoruz halının ortasında. Memleketin göbeğinde bombalar patlar gibi... Acımasızca gülüyoruz... Şarkıya bir yerde eşlik ediyor Reyhan. "I will lead you to a better place"... İçimdeki şeytanı öldürmedim henüz... O ise daha iyi bir yere ulaşmak için çağırıyor. Beni çağırıyor. Beni... Belki seni ve suçlu ellerini... Şeytanını çağırıyor. Katilini çağırıyor. Seni çağırıyor. Riyakarlığını çağırıyor. Adalet terazisinin öbür tarafında olsa hiç yakalanmayacak kadar 'asil' olduğun için seni. Evet seni çağırıyor hıyar ağası. Themis'in buz kesmiş duygularında bulduğu için beni... Kan kokan sokaklardan çekmek için beni günahlarına ceza kesmek için seni... Cennete çağırıyor ama şeytan cennete giremez ki?.. Daha iyi bir yere gidelim istiyor. Halbuki şu evin içi kadar rahat edebileceğim başka bir yer var mı? Gecenin karanlığı üzerimize çöküyor. Şeytana benziyoruz yahut karanlıktaki melekler şeytanlaşıyor. Bu gece köpek balıkları ile savaşacağız Reyhan. Kan akacak bu gece ve köpek balıkları kazanacak. Çığlıkları fezayı delip geçecek insanların kanı akacak Reyhan. Kan akacak bu gece... Ama kimin kanı?.. Tutalım çekelim o delikten. Kurtaracak kadar temizse ellerimiz. Hayır, bir kadın ölecek bu gece. Ve bu bir intihar olmayacak. Ben öleceğim Reyhan hissediyorum. Kalbim boşalıyor. "Free from the sorrows" Sesleri duyabiliyorsun değil mi? Hey sen!.. Çığlıklarımızı duyabiliyor musun? Elimden tutsan ve beni ışıklar ile yıkasan... Kulak ver. Köpek balıkları kazanacak diyorum. Kulak ver. Ellerim kirlenecek. Bıçağı bana ver. Ekmeği sen doğra. Bana bıçağı ver. Ellerim kirlenecek. Bana ver. Adalet ellerimin arasında. Namus dediğin beyin kıvrımlarımda. Buraya gel. Cezanı ben vereceğim. Yanıma gel. Cezanı vereceğim. İstediğini vermeyeceğim! Cezanı vereceğim. Temizlenemeyeceğimi biliyorum Reyhan... Çünkü göğsüm yarılalı, yüreğim kuruyalı çok vakit oldu. O masumiyete erişemeyeceğim asla. Cehennem kalbimi kora çevirdi. Alevler arasında küle döndüm. Yanmak için ölümü beklememizin ne anlamı var Reyhan? Bu kadar namussuzla aynı ortamı soluyamam. Gülümsemek sadakadır diyen dinin insanları birbirine tecavüz ederken, kul hakkı yerken, masumları katlederken, savaşırken, israf ederken, adaleti bozarken ben gülemeyeceğim Reyhan. Görüyorsun değil mi? Sadaka veremeyecek kadar fakiriz. Söyler misin? Kişi başına düşen milli gelirden çok mu yüksek bir yerde insanlığımız?
Dinleyecek gücünüz yok. İnsanlığınızın ardından küllerimi de savurun gitsin. Senin kadar içten gülemeyeceğim hiçbir zaman. İki yüzlü, yalancı ve küçük götlü bir solucan... Yaşamaktan, şu küçücük evden çıkmaktan, insanlarla konuşmaktan korkuyorum. Çıplak ayaklarıyla yanıma oturan o saf genç kız... Saç tokası İş çıkışıydı ben de peronlardan atladım bir otobüse eve gelme telaşıyla. Az sonra karalar içinde bir kadın bindi otobüse yanında çekiştirdiği bir genç kızla beraber. Genç kız demeye bin şahit... Saçlarını alnına çok yakın bir yerden lastik toka ile bağlamış, uzun basma eteğin üzerine ince bir hırka giymiş... Boynunda küçük bir çocuğun elinden çıkmış basit bir kolye ve ayakları çırılçıplak... Annesi arka koltuğa oturuyor. Havva ise tüm sessizliğiyle yanıma yerleşiyor. Çıplak ayakları sokağın bütün kirini toplamış. "Havva yanıma gel." diyor annesi. Genç kız omuz silkeleyerek isyankar bir çıkış yapıyor. Kulaklığımı takıyorum ve oynatma listemden rastgele bir parça seçiyorum. Parçanın ilk cümlesi neydi biliyor musun? "Her şeyi istediğimi söylüyorsun" Doğru tahmin ediyorsun, In Flames... Beni takip et diyorsun... Halbuki tam benim olduğum yerdesin. Umut istiyorsun, bende umut kalmadı Reyhan. Umudun neliğini tartışmamız gerekiyor seninle. Ardından yeni bir umuda gebe kalmalı dünya. Belki yüce dağların ardından yeni bir güneş doğar birgün ve tüm alem nizama duruverir. Belki senin rahmine düşer dünyayı kuşatır sonra. Havva mırıltılar çıkarıyor ağzından. Şarkı ufak tınılarda sürerken annesi susturmayı deniyor genç kızı. Sağ elini dudaklarıma uzatıyor. O gün makyajımı silmeden çıktım ofisten. Nefret ederek makyaj yapıyor küfürler sayarak siliyorum suratımdan. O gün unutmuşum işte... Havvacığım da beğenmiş rujumu. Belki yakıştığından, belki kendine yakışacağını düşündüğünden?.. Kim bilir? Annesi tutuyor kolundan genç kızı sürükleyerek indiriyor otobüsten. Kadın oldukça haklı. Bebeklerden bile medet umacak kadar ufalmış insanların arasında Havva'nın kırmızı ruj sürmek istemesi büyük ayıp. Ne de olsa tavuklar bile dişi değil mi?.. Bir tavuğa tecavüz edebilecek kadar yerlere düştü onurunuz değil mi? Belki hafif kız muamelesi görecek engellerine rağmen... Gerçekten merak ediyorum; algılarımızın bize biçtiği minicik alanı ve daha engelli olduğumuzu kabul edebilecek yüreğimiz var mı? "Yanıma gelsene niçin uzakta duruyorsun?" "Geliyorum." "Sen gelene kadar şarkı bitecek haydi biraz daha hızlı." Yaramaz kız çocuklarını andırıyor her hareketi. "Demin bir ses geldi kulağıma Ayral..." "Ayral iyi misin?" "İyi misin?" "İyiyim, ne dinlesek acaba şimdi?" "Evet!.." Kikirdeyerek yeni şarkıyı açıyor. Evim, yüreğim alevlerin içinde yeniden hayat buluyoruz birlikte. Reyhan'ın dokunuşları yaşamsal enerjiyi topluyor bir merkezde. Dağıtıyor var gücüyle tüm evrene. İyi ve kötü dinlemeden. Sarkan memesinden taşıyor koca evreni sarıveriyor oluk oluk süt. Varlık borçlanıyor ona.
"Dünyanın seslerini duyabiliyorum."

"Duvarlara kazıdığım işaretlere gömülü ruhumun enkazı."
"Bu işi biliyorsun güzellik."
Duvarlarda çocukluğumu anımsatan görüntüler belirip kayboluyor. Tıpkı titrek ışıklı bir fener gibi. Ne zaman gelip gideceği belli olmadan...
"Follow me, don't be afraid" "Hayır bu önceki parçanın sözleriydi."

"Olsun sen yine de takipte kal!"
Çocukluğumdan gelen sesleri acaba Reyhan da duyuyor mu? "Buradayım, korkma."


"Telefonum mu çaldı acaba?"

"Bilmiyorum ki kontrol et istersen."
"Bir bakalım..."
Girişteki koridora fırlatılmış bir yığın eşyanın içersindeki telefonuma bakıyorum. Ekran ışığı yanıyor. Alıp içeri geçiyorum. Kendimi bulduğum ilk koltuğa bırakıyorum. Bilgeciğim mesaj bırakmış. Ah acaba bu sefer ne için titizlendi? Öte yandan Reyhan meraklı bakışlarıyla yanıma yaklaşıyor.
"Ayral?.."
"Bir saniye."

Ses kaydını yeniden açıp dinliyorum. Yağmur'a ulaşamadığını ve merak ettiğini söylüyor. İyi şeyler olmadığına artık eminim. Nerede olabilir?.. Bilmiyorum... Tuşluyorum yanıtımı... Bilmiyorum...
"Ayral!"
"Bilmiyorum."

Geldiğim son nokta ne biliyor musun? Beyninin içinde yaşamaktan, kendini tezine adamaktan öteye gidememiş bir hiç... "Haydi biraz dinlenelim."

"Niçin yüzün asık? Bak ne güzel dans ediyoruz."
"Hayır dans etmiyoruz."
"Tut şöyle kolumdan."
"Anlamadım."
"Sen tut..."

"Şu nedir?"
"Bilgisayarı karıştırmadan önce izin alman gerekmez miydi?"
"Başlığını neden yazmadın?"
"Kadın cinayetleriyle alakalı canım. İlgini çekeceğini sanmam." "Neden?" "Kimse ilgilenmez böyle şeylerle Reyhancığım."
"BBC Türkçe'nin 2014 yılında yayınladığı bir video haberde bu cinayetler "Özellikle genç kızların ve kadınların, 'ailenin itibarını zedeledikleri' gerekçesiyle, akrabalarınca öldürülmesi." olarak tanımlanmıştır." "Sana kapat onu dedim!" Hışımla yumruklarımı havaya kaldırıyorum. Gözlerinde beliren korkuyu gördüğümde kendime geliyorum. "Bir kadını öldürmek için namus ve gelenekler yeterli midir?"
"Bilmiyorum sence?"
"İşte ben de bunu araştırıyorum."

Okumaya devam ediyor. "2000 yılı Birleşmiş Milletler Raporu'na göre her yıl en az 5 bin kişi töre cinayetlerine kurban gidiyor. Ancak insan hakları savunucuları bu sayının çok daha fazla olduğunda mutabık." "Kurbanların ortalama yaşı 23 diyordu aynı haberde." "Sadece kadınlar değil aynı zamanda erkekler de bu cinayetlere kurban gidiyordur bence."

"Evet, yaklaşık yüz maktulden onu erkek."
"Bir insan nasıl ailesinden birini öldürebilir?"
"Bazı feminist filozoflar cinsiyet belası diyor, bizdeki katmerli bela. Namus belası bu, intihar bile ettirir."
"Şark romantizmi, diyorsun."
"Kültürünün karanlığında boğulmak diyorum. Şark güneşin, kutlu günlerin, sevginin ve adaletin aynı bahçede boy verdiği bir dünya olmalı."
"Nasıl yani?"
"Kızlarını diri diri toprağa gömen adamlar artık namus diye uzatıyor namluyu." "Artık kalmamıştır böyleleri Ayral, çok karamsarsın."
"Bu beladan asla kurtulamayacağız Reyhan."
"Daha açık konuş."
"Davetsiz misafir gibi düşün. Biz tam yendik dediğimizde cahilliğin yeniden hortladığı bir memlekette yaşıyoruz."
"Ben vur dedim, sen öldürdün Ayral."

Gece iki buçukta kapı çalınıyor. Reyhan'a yanıt vermek yerine kapıya yöneliyorum. Dışarda kimsecikleri göremiyorum. Reyhan'ın ayak sesleri geliyor. Sağa bakıyorum, sola bakıyorum, merdivenleri bir iki basamak iniyorum... Yine de bulamıyorum kapıya vuranı. Biz yanıldık herhalde deyip geri dönüyorum. Reyhan elinde eski bir saç tokası ile bakıyor suratıma. "O nedir?"
"Ben de sana soracağım o nedir?"
"Saç tokası."
"Evet görüyorum."
"Bu bir saç tokası." "Senin mi?"
"Hayır, senin sandım ben de."
"Kimin o halde?"
"Bilmiyorum. Verir misin?"

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...