14 Şubat 2019 Perşembe

Döngüsellik ve Temsil: Töre'nin dramatiği

Bu yazı 8 Şubat 2019 günü YeniBirlik Gazetesi Kültür&Sanat sayfasında denk geldiğim 'Töre' Leyla Gencer sahnesinde başlıklı haberi okuduktan sonra aklıma düştü. 

"Tiyatro yaşamın ikiziyse eğer, yaşam da sahici tiyatronun ikizidir." Antonin Artaud

"Sevgi çorbası pişiriyorum de, yeter ana. Tuzunu alan kadın gelir. Er gelir, geç gelir ama gelir."
Turgut Özakman/Töre Oyunu/Ana karakteri


Töre doğurganlığın damgasıdır

Töre kelime anlamı itibarıyla türemek sözcüğü ile aynı kaynaktan besleniyor. Türeyiş damgasının bu kelimelerin temsili olduğunu da belirtmek gerekir çünkü töre, türeyiştir. Buna örnek olarak şunu söyleyebilirim, bizim memlekette "Ayşe'nin töremeleri." gibi bir cümle kalıbı kullanılır. Ayşe'den türemiş diğer bütün formlar için geçerli olabilecek bir bağı simgeler. Daha yakından incelersek eğer türemek sadece iki cinsin birleştiği yerden doğmaz diyebiliriz. Birbirini besleyen bütün zıtlıklar döngüye girer ve tıpkı bir DNA zincirinin dizilimi gibi yeni bir biçim meydana getirir. İşte bu yeni biçim hem ondan hem bundan ama ne ondan ne de bundandır çünkü töre nefret ile türeyemeyeceğimizin resmidir. Sevginin ve adaletin damgasıdır. 

Turgut Özakman kimdir?

1930 Ankara doğumludur. Ankara Üniversitesinde Hukuk Fakültesinden 1951 yılında mezun oldu. Mezuniyetin ardından mir müddet avukatlık yaptı daha sonra Köln Üniversitesinde tiyatro eğitimi aldı.Türkiye'ye geldiğinde Devlet Tiyatrosunda dramaturg olarak çalışmaya başladı. TRT'de Merkez
Program Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı, Devlet Tiyatrolarında Genel Müdür Başyardımcılığı ve Genel Müdürlük görevlerinde bulundu. 1988-1994 arasında Radyo-Televizyon Yüksek Kurulu'nda üyelik ve Başkan Yardımcılığı yaptı. Uzun yıllar Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümünde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2002'de Eskişehir Belediye Başkanlığı tarafından açılan ikinci tiyatroya 'Turgut Özakman Sahnesi' adı verildi. Zeki Alasya ve Metin Akpınar Kabare Tiyatrosunda birçok esere nefes verdi. 2006 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi tarafından Üstün Hizmet Ödülüne layık görüldü. 2005 yılında Şu Çılgın Türkler adıyla piyasaya sürülen belgesel-romanı döneme damgasını vurdu. Eser Kurtuluş Savaşı'nı anlatıyordu. Özakman 28 Eylül 2013 günü 83 yaşında vefat etti. Geriye romanlar, tiyatro&sinema senaryoları ve araştırma&inceleme kitapları bıraktı.

Hangi 'Töre' ne anlatıyor?

Devlet Tiyatrosu resmi sitesinde oyun içeriği ile alakalı olarak şu cümleler yer alıyor.
"Töre... Kadını yüceltmek, kan davasını aşağılamak için yazılmış bir oyun." Ölüme karşın yaşamı savunmayı seçen sekiz kadının varoluş öyküsü... Kocalarını toprağa gömmüş, sonrasında da aşkı, hayatı, sevdayı unutmuş, ellerinde silah dolaşan erkekleşmiş kadınların yaşamından bir kesit... Yeniden bahar kuşanmak için direniyorlar... Umudu savunmak için Zühre'nin üstüne titriyorlar... Peki bu karabasan ortamında kim galip gelecek? Töre mi, yoksa aşk mı? 
Devlet Opera ve Balesi tarafından Ankara Leyla Gencer Sahnesinde temsil edilecek olan oyun bir dans tiyatrosu olarak kurgulanmış. Müziklerini Cem İdiz'in hazırladığı oyun 15 Şubat 2019 günü seyircisiyle buluşacak. Devlet Opera ve Balesinde oyunun içeriği ile alakalı olarak bir takım görseller mevcut. Bu görsellerin bir tanesini örnek teşkil etmesi açısından aşağıya link olarak yerleştiriyorum. Töre Dans Tiyatrosu türeyişin töresini anlatmamaktadır. Bilakis köklerimizden gelen zarif töreme anlayışının zıttı bir kültürden bahsetmektedir. Az evvel bahsettiğim töreme döngüselliği bir doğurganlığı ifade etmektedir. Doğurganlık silahla yapılabilecek bir iş midir?
Bu noktada Devlet Tiyatrolarının, yukarıda sizinle paylaştığım, resmi sitelerinde yaptıkları açıklama yazısı ile töre kelimesi arasındaki bağlantıyı medyada kullanıldığı manipülatif anlamıyla ele aldığı anlaşılıyor. Bu durum kasıtlı mıdır? Değil midir? Bilemiyorum. Konuyla alakalı olarak yapılan bir çalışmanın öz kısmını şöylece bırakıyorum. 


"Çalışmada, 1970 sonrası Türk tiyatro edebiyatında, çatışma yaratan bir unsur olarak töreyi ele alan oyunlara yer verilmiştir. Ele alınan bu oyunlar, öz ve biçim açısından dramaturjik incelemeye tabi tutulup tematik ve biçimsel analizleri yapılmıştır. Çalışmamızda, 1970 sonrasında yazılmış töre konulu on iki oyun yer almaktadır. Bu oyunlarda, yazarlarımızın ağırlıklı olarak iki töreyi ele aldıkları görülmektedir. Bunlardan biri kan davası diğeri ise kuma olgusudur. Bu iki töreden başka, birbirinden farklı üç töre daha ele alınmıştır. Bunlar babasından izinsiz aşiret dışında bir erkeğe kaçan kızın ölümle cezalandırılması, bekaret olgusu ve doğum ile ilgili törelerdir. Tüm bu oyunlarda töre, çatışma yaratan bir unsur olarak ele alınıp oyunun merkezine koyulmuştur. İncelenen oyunların, biçim açısından iki gruba ayrıldığı görülmektedir. Bazı yazarlar konularını epik, bazıları ise dramatik üslupta biçimlemektedirler. Bazı yazarlar, ele aldıkları töre konusunu, içinden çıktıkları toplumsal koşullar bağlamında yansıtırken bize özgü imge, simge ve formları kullanarak özü ve biçimi ile kendine özgü ulusal bir tiyatro dili yaratmaktadırlar. İncelenen oyunların tümünde, törelerin sürdürülmesinde çevre faktörünün etkili olduğu vurgulanmaktadır. Bu oyunların bir kısmında törenin bir kader gibi algılanmasına karşı çıkılmakta, kader olmadığı vurgulanmaktadır. Bu oyunlarda, töreden zarar görenlerin daha çok kadınlar olduğu gözlenmektedir. Ancak buna rağmen kadınların bizzat bu töreleri taşıyıp yeni kuşaklara aktardığı görülmektedir. Oyunların çoğunda, törenin karşısına sevgi ile çıkılmakta, sevginin gücüyle törelerin aşılacağına inanılmaktadır."
Olaya türkülerimizden bir pencere açmak isterim. DERDİM ÇOKTUR HANGİSİNE YANAYIM/Pir Sultan ABDAL Şimdi kim inanır Pir Sultan Abdal gibi bir yürek erinin bahsettiklerinin bu oyunda sevdanın önünü tıkayan, anaların ciğerini dağlayan töre(!) olduğuna? Bu nağmelerin arasından kulağımıza fısıldayan derin sancılar illa ki Özakman'ın oyunundan çıkacak ise ve bu oyuna bir isim konacak ise ismi olsa olsa Töre Nine olabilir. Sevgiye, şefkate, adalete yüreğini açmış bir ninenin kendinden türeyen herkesi güzelliğe davet etmesi yani aslında kendine davet etmesi dışında bir yerlerde değildir, bizim töremiz. Töre Nine, daha oyunun açılışında 'Ne zaman sona erecek bu kan yağmuru ey oğul?' diyerek durduğu noktayı yani tekamülün döngüsel töreyişini seyirciye sunuyor. Sözün özü, Özakman'ın burada anlatmak istediği 'Töre kan ve yıkımdır.' temasını eksik kalmış bir önerme olarak görüyorum. Çünkü töre öz itibarıyla yıkımın değil töreyişin yani sevginin ana fikridir diyorum.

Töre nasıl anlatılıyor? 

Oyun 2 perdeden meydana geliyor ve Devlet Tiyatroları resmi sitesinde temsil süresi 1 saat 45 dakika olarak yazıyor. Metne sorulan 5N 1K sorularının 4 tanesine kesin cevap bulabiliyoruz. Bu sorular ne, neden, nasıl ve nerede sorularıdır. Geriye kalan 2 soru yani ne zaman ve kim sorularının cevapları kısmen verilmiştir. Cevaplar belirgin değildir. Bu durum oyunda bir yitiklik duygusu meydana getirir. Toplamda 11 adet kişi vardır. Bunlardan sadece bir tanesi tiplemedir. Geriye kalanlar karakterdir. Tipleme, oyun boyunca çizgisinden hiç şaşmayan, oyunun başında nasılsa sonunda da öyle davranan karakterlere verilen genel addır. Bir tiplemedir Nene, ki zaten yazımız boyunca Töre Nine olarak anacağız. Oyunda bahsi geçen yıkıcılığın töresine(!) dirayetle karşı duran tipleme olarak Nine değişimin başat ögesi olarak işleniyor. Hatta 1985 yılında yazılmış olan bu oyun kadınlara adanmıştır. Değişimin kadınların döngüselliğine bağlı olduğunu bize bir kere daha hatırlatıyor bu durum. Ancak değişimin başlaması için yitikliğin giderilmesi gerektiğine vurgu yapılıyor. Bu yitiklik vurgusunu zamanın belirsizliğinden okuyabiliyoruz. Oyunun girişinde zaman olgusu net ifade edilmemektedir. 1900'ler olarak ifade edilen zaman dilimi oldukça geniştir ve bahsedilen zaman diliminin ilk 45 yılı modernizmin yıllarıdır. Geriye kalan ise postmodern süreç olarak kabul ediliyor. Bu durum yitirilmiş birçok aşk ve değer olduğunu bize vurgular. Bu açıdan Brecht'in Cesaret Ana ve Çocukları oyununu da hatırlatmaktadır ve Brechtyen bir sorgu da taşımaktadır diyebiliriz. Aslında, törenin de öz anlamını yitirdiği manasını çıkarsarsak çok da ileri gitmiş olmayız çünkü umuyoruz ki Özakman da bizler de "kanı kanla yuğmazlar" ata sözünü içten bir kabulle benimsiyoruz. Eser modern döneme ait olmakla beraber karakterlerin kopuşlar ve değişiklikler yaşadıkları gözlenir oyun boyunca. Ruhsal gelgitler, duygular ile mantığın çatışması içerisinde kalan Zühre karakterinde çok açık izlenebilir. Oyun yer yer bir tragedya gibi bizi içine çekerek oyunun bir parçası haline getirirken bazen de tam tersini yaparak izleyiciyi akışın dışına iter. Böylece izleyiciyi kendisiyle hesaplaşabileceği bir döngünün devinimine teslim eder. Oyun metnini okurken zaman zaman kafamı yazılanlardan kaldırarak kendime dönük bir muhasebeye giriştiğimi fark ettim. Özakman oyunda iki zıt tekniği bir arada kullanıyor anladığım kadarıyla. Biri Katarsis diğeri ise Gestus olan bu iki zıt kutup aynı oyunda etkiyi arttırmak amaçlı kullanılıyor. Yazarımızın Almanya'da aldığı tiyatro eğitimini göz önünde bulundurursak kullanılan bu iki zıt tekniğin kendi içerisinde bir döngüye girdiğini ve temsil gücünü arttırdığını anlarız. Bu noktada oyunun deneysel bir tarafı vardır diyebiliriz. Oyundaki hiçbir karakter hayat sevinciyle dolu değildir. Zühre'nin Pır Pır isimli kuşu bile yıllar yılı hiç ötmemiştir. Pır Pır Zühre karakterinin çocukluğunun ve umutlarının temsili olarak karşımıza çıkmaktadır. Ki bu kuşun hayata şakıması için Mustafa'nın gelip Zühre'ye İstanbul'daki anılarını tıpkı bir meddah gibi anlatması gerekir. Mustafa yani delikanlı anlattıkça Pır Pır hayata açılır. Ancak oyunun sonunda da öten Pır Pır Zühre'nin içinde büyüttüğü uyku halindeki umutların Mustafa tarafından uyandırıldıktan sonra her şeyin bir cinayet ile sonlanması ile feryat çığlıklarına dönüşür adeta. Oyunun çağdaş dönem eserleri arasına girdiğini kanıtlayan bir diğer unsur olarak, toplumsal baskıların insanlara aslında hiç istemeyecekleri işler yaptırması örnek verilebilir. Mustafa Töre Nine ve Zühre'ye tıpkı bir kabare tiyatrocusu veya meddah gibi İstanbul anılarından bahsederken Tahir ile Zühre'den dem vurur. Burada Musafa'nın aslında "töre(!) saikiyle" suç işlediği vurgusu yapılır. Mustafa'nın suçsuz olduğu ancak bu cinayet için Mustafa'ya baskı yapan kişilerin yani toplumun kurbanı olduğu, masum yani tahir olduğu anlatılmak istenir. Yine burada bahsedilen töre olgusunun kabare tiyatrosunun geniş mizahı içerisinde bir toplumsal hiciv olarak okunmasına yol açacak veriler bulabilmeyi çok isterdim ancak malesef oyun melodram ile epik tiyatronun sorgulayıcılığı arasında bir döngüde yer alıyor. Tekrar belirtilmesini önemli bulduğum bir detay: Töre kelimesinin anlamı itibarıyla vahşete davetiye çıkartabilecek bir sözcük olamayacağının altını çizmek gerekmektedir. Dolayısıyla oyundaki töre kavramı ironik bir motif değil melodram içerisinde ele alınan dramatik bir imge haline geliyor. Oyunun bitimindeki sahne ile de zaten yazarımızın töreden anladığı ile töre kelimesinin hakikatinin arasında uçurumlar olduğu anlaşılıyor. Zamandaki belirsizliğini yitiklik vurgusu olarak okuduğumuz oyun mekanları belirtmekten  kaçınmamaktadır. Erzurum, Horasan bölgesinde Dadaş olduğunu belirttiği bir aşiretin konağına çeker bütün yıkımı. Bu detay kültürel tarih açısından bize önemli ip uçları vermektedir. Değinilmesi gereken bir diğer nokta da oyundaki hemen hiçbir karakterin ismi yoktur. Yalnız Zühre'nin ismi belirgindir ve Mustafa'nın isminin Mustafa olduğunu metnin ilerleyen sayfalarında öğreniriz. Bir de Mustafa'nın öldürdüğü Yakup ağabey vardır. Bunlar dışındaki isimlendirmeler verilirken toplumsal rollere atıf yapan kelimeler seçilmiştir. Örneğin, hala, kız, nene, delikanlı, büyük gelin, oğul... Karakterlerden isimleri belli olan bu üç kişinin çatışmanın merkezine oturduğunu görüyoruz. Zühre, Yakup'u vuran Mustafa'ya aşıktır. Mustafa ailesinin baskısından dolayı Yakup'u vurmuştur ancak canını kurtarmak için saklandığı "töre"de Zühre'ye aşık olmuştur. Sevdaya kavuşursa toplumsal gerilimi kıracaktır, ki burada oyun bize Nazım Hikmet'in Tahir ile Zühre şiirini hatırlatır. Şiir bir çeşit başkaldırıyı anlatır. Zaten Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da, hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil derken Özakman'ın oyununu özetlemektedir. 

Sonuç
Görebildiğim kadarıyla oyun Türk Tiyatrosu için teknik açıdan oldukça olgun. Dramatik örgüsünü bir felaketle sonlandırarak radikal bir anlatım seçen Özakman seyirciyi adeta tokatlamayı hedefleyen yapı kuruyor. Oyunun ele aldığı töre kavramı ile töre kelimesinin kültürel tarihimizdeki yeri ile arasında duran bu çelişkinin düzenlenmesi gerekmektedir. Oyunda yer alan ezgiler hakkında bilgi vermeyen bir metin okudum ben. Eğer Devlet Opera ve Balesi ve Devlet Tiyatrolarının elindeki metinler de bu şekilde ise seçilecek ezgilerdeki farklılık oyunun vurgulamak istediği anlamın dramaturg tarafından yeniden yazılmasına imkan veriyor. Yani oyunun yeniden anlamlandırılması gerekiyor. Son sahnedeki töreyi bozmadım feryatları dolayısıyla töre kelimesinin kültürel tarihteki yerini ıskalayan bir anlatım söz konusu. Böylece oyunun ismi ile alakalı olarak bir çalışma yapılması veyahut dramaturjik çalışmaların töre kavramını yeniden anlayarak yapılması gerekliliği doğmaktadır. Dolayısıyla oyunun temsil gücünün artacağını yapılacak tarih okumalarıyla öngördüğümü belirtmemde fayda var.

Bu yazı değerli ustam Ümit Gülbüz Ceylan Hanımefendi'nin yakın zamanda kaleme aldığı "Töre Oyunu ve Kutadgu Bilig" yazısının bir alt metni olarak algılanmalıdır.




2 yorum:

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...