18 Şubat 2019 Pazartesi

Düşkünler Mezarlığı: Çığlık

Gömleğimin bir kısmı tel örgülere, geri kalanı da sırtıma öylece asılı kaldı. Pek şaşırmadım aslını ararsan çünkü tıpkı bir erkeğin elleri gibi dokunuyordu, hoyrat ve düşüncesiz. Tel örgüler sırtıma sarıldı, enseme ve omuzlarımın yakınlarına küçük öpücükler kondurdu. Tenim kızıla boyandı. Elleriyle tişörtümün geriye kalan kısımlarından içeriye sokulmayı denedi. Ben "Ne mana?!" diye çıkışırken neye uğradığını şaşırdı ve aklındaki karmaşayla kendini geriye çekti. İleriye doğru atıldım, zaman ısırganlarının arasına... Otobanın kenarında yığıldım. Mum ile pervanenin birbirine düşüşü gibi yani ama küle dönmeden kaçmak gerekiyor, değil mi? Zaten geriye bakmadım pek, ne de olsa rüzgar bütün yoğunluğuyla iliklerime işliyor, derince bir yalnızlık kuyusunun dibine doğru çekiyordu beni.

Her şey yolunda gidiyormuş gibi gülümsüyoruz. Buna mecburuz biliyorsun. Sen sigarandan yeni bir nefes alıyorsun, dumanı çıkarken yüreğinin bacasından, "Seviyorum işte seviyorum hala anlayamadın mı?" kabilinde bir soru soruyorsun, hem duyuyorum seni hem duymuyorum. Hem görüyorum yangınlarını hem görmezden geliyorum. Hem gülümsüyorum, şu arada yanında gördüğüm kıza olan merakından bahsediyorsun zannedip, hem yüzümdeki bütün kasları somurtmaya zorluyorum. Şahit olursam daha kötülerine gebe kalırız diye köşeme çekildim, durup duruyorum olduğum yerde. Elbette zor geliyor bana da çünkü nefisten arınmış bir sevgi için yalnızlık çekilir çile olmuyor. 

Bir gün düşkünler mezarlığında yalnız başıma geziyordum. Yine aklımda tel örgülerin dokunuşları vardı. Ellerim saçıma gitti bir an, şakaklarımda derin bir ağrı gezindi, ense kökümde omurgamla buluştu. Sen, anlayabilir misin her zikirde yeniden ölmeyi ve yeniden doğmayı saniyeler içinde? Anlayabilseydin yanımda olurdun zaten, değil mi? Korkaklar gibi kabanımın yerini değiştirmekle bana ulaşabileceğini sanmazdın. Dolaylı yoldan değil doğrudan gelebilecek cesareti bulurdun kendinde belki şu yüreğindeki duygu cümbüşü olmasaydı. Ben gözlerinden ta kalbine kadar görebilirim seni, her santimini tahlil edebilirim ama sende bu tahlili dinleyebilecek yürek var mı? Yok, asla düşmanımsın demiyorum sana. Dürüst ol yeter bana, gönlünün seslerini örtmeye çalışırken bana yalan söyleme, ne dilinle ne de halinle. Baktığımda anlıyorum çünkü gizlemeye çalıştığın her ayrıntıyı. Gözlerini yukarıya, beynine doğru çevirdiğinde ne demek istediğini, kaçışlarını, utanışlarını, gidişlerini, gelmek isteyişlerini.

Şimdilerde aklında başkalarının var olduğuna ihtimal vermek bile yorucu geliyor. Yalnız duruyorsun gerçi, bir ayağınla bana geliyorsun ama diğer ayağının sabit olmadığı da ortada. Başkalarının arkasına sığınıyorsun, yüreğindeki korkudan. Cesaretini senden alan benim pençelerimdi çünkü başka türlü kendine hapsolamaz bir kadın. Alabileceğimiz en kesin önlemdir, erkeğimizin yüreğindeki cesareti hançerlemek. Elbette aynı anda kendi umutlarımıza da bir harekat düzenleriz. Sevildiğimizi hissettiğimizde, mutluluktan korktuğumuzdan, geçmişin karabasanları üzerimize çöktüğünden yaparız bunları. Ruhu bir erkek tarafından sarsılmış küçük bir kız çocuğu büyüdüğünde de asla teslim olamaz, karşısındaki hayatının aşkı bile olsa. Yalın ayak kaçmaya çalışırız, tedbirlerimizi sırtımıza mühimmat olarak yüklenip. Tıpkı bir ülkenin huzurunu kaçıran örgütleri sınır hattından silip atmak için yapılan şafak operasyonları gibi, tam gece güne evrilirken, ufuklar aşkın rengine bürünürken ve ellerimiz tam bağrımıza çökmüş hasret alevlerinin üzerine bir battaniye gibi kapanırken.

Sen hiç alev alev yanan bir ev gördün mü? Ben gördüm. Hem de temellerinden tütüyordu dumanı. En derin yerlerinden başlamış, doğarken yanmış sanki ilk tuğlayı koyarken ustaların sigarasıyla tutuşmuş. O evin dumanları boğazımı düğümler, gözlerimi yaşartır. Odaları labirent olur ruhumu kıstırır. Çıkamam içimden kalırım oracıkta. Küçük bir kız çocuğu görüyorum evin salonunda, uyuyakalmış. Gerçi her gece el ayak çekildiğinde annesi salondaki yatağını hazırlar o küçük kızın. Yılları devirmiş bir çekyatın altından çıkartır yorganı, nevresimleri ve yastığı. Ev dört oda bir salon, küçük kız için bir oda bir salon var sadece. Siyah saçları balık sırtı örülmüş küçük kız, önce evin en geniş ve sessiz odasında, akşam saat sekizi gördü müydü olana bitene gözlerini kapatır. Sabaha kadar derin uykularda rüyaların arasında gezinir. Bir gece evin balkonundan kendini atmaya çalışan ruhlarla savaşır. Annesi baş ucunda bekliyor ki uyansın kızı. Meğer bir karabasan çökmüş de ağzını açıp yardım isteyememiş kimseden. Evi saran çığlıklarıyla gözlerini sonuna kadar açması ve sanki odadaki bütün oksijeni ciğerlerine tepmesi bir olur. Şaşkınlığını ve korkularını annesinin emniyetli sesine teslim eder, "Kızım..." anne kızının soluğunu alır, sinesinde eritir bir buzu suya dönüştürür sanki.

Söyle bakalım, sen hiç alevleri insanın boğazına kadar çıkan bir yangın gördün mü? Şehvetli gecelerinden veya gündüzlerinden arınmış bir yangının varsa göster bana eğer yoksa da bırak beni tek başıma kalabileyim. Çünkü senin erotik şiirlerin karşısında benim yüreğim toy kalır.

Ne bir karabasan gibi savunma mekanizmanı devre dışı bırakmaya niyetim var ne de seni kendime çekmeye. Beni gözlerimden okumaya çalışıyor olacak ki, Faruk Nafiz Çamlıbel'den bir şiir okuyor gözlerime bakarak. Tek eksiği var, yüreğimin üzerine örttüğüm hicap battaniyesini göremeyişi, yangının orta yerinde mahsur kalmış küçük bir kız çocuğunun çığlıklarını duyamayışı.


"Seni ben bekliyorum, göğsüm açık, bağrım açık;Hançer ol, göğsüme saplan; ecel ol, karşıma çık; 
Çalmamış bir gece madem ki felekten gönlüm,Gelecek, bari elinden dilerim gelsin ölüm. 
Toprağın rengi kanımdan kızarırken, yer yer,Uzanıp, sapsarı, son busemi koymazsam eğer  
O benim kalbimi göğsümden ayırmış çeliğe,Gezsin ismim yedi kat gökte bu gün kahpe diye, 
Beni kahretmeden alemde o bigane duruş,Bana sal yalvırırım pençeni ey yırtıcı kuş! 
İşte ben bekliyorum, göğsüm açık, bağrım açık;Hançer ol, göğsüme saplan; ecel ol, karşıma çık." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...