21 Temmuz 2020 Salı

Ölen Pençeler

Ölüyorum. Bugün ölüyorum. Haberin var mı? Üçüncü sayfadan küçük puntolarla verildi adım. Okumadın. Haberin var mı? Bugün ben ölüyorum. Gazetelerin üçüncü sayfasından küçük puntolarla verildi adım. Bir haberin içine sıkıştırdılar tüm hikayemi. Okumadın. Haberin var mı? Bugün ölüyorum ben.

Hayata sıkı sıkıya tutunmuş küçük bir kız çocuğuydum. Ölüyorum. Bugün. Evvelden ölü bedenler arasında gezintiye çıkıyordum. Hepsi kadındı. Bazılarının ruhları çevremde çığlık atıyordu. Şimdi. Ölüyorum. Çığlık çığlığa, can çekişen, nefesi boğazına dizilen kadınlar... Sevgiyle güzelleşecek yüzlerinde irili ufaklı morlar. Kemiklerini saran etlerinde çürükler tamamlıyor morları. Ve kurşun delikleri... Çöp tenekesinden çıkan uzuvlar. Hayat bir çöp kutusu gibi kokuyor şimdi. Okumadın. Ölüyorum. Haberin var mı? Ölüyorum. Bugün. Şimdi. Şuan. Ölüyorum. 

Ruhlar çevremde dört dönüyor. Saçları dağınık. Ağlıyor bazısı. Cevap gecikmiyor; "Zırlamaya başladın yine!" Ölüyorum. Bugün. Evvelden ölü bedenler arasında gezintiye çıkıyordum. Şimdi. Ölüyorum. Okumadın. Bir haberin içine sıkıştırdılar tüm hikayemi. Güçlü durmayı anneler öğretsin kızlarına. Korkmadığımızda daha güzel olduğumuzu, gücün içimizde olduğunu keşfedelim. Siz de reddedilmeyi bir komplekse dönüştürmeyin örneğin. Sineye çekmeyi öğrenin. Çok değil, biraz anlayın. Daha az kırın. Daha az öfkelenin. Kendinizi kontrol edin. Ölüyoruz. Teker teker. Ölüyoruz. Bugün. Şuan. 

Sevginin iyileştireceği kalplerin olduğuna inandıysam, suç mu? Sevgimi verip de iyileştiremediğim için mi suçluyorsun beni? Öldürmene engel olacak kadar sevgi dolu bir dünya olmadığı için mi?.. Sahi senin öldürmen mi daha büyük suç yoksa benim seni sevmem mi? Daha yeni başladık oysa... Halbuki; ağlayınca, zırlak, gülünce, hafif kadın, yelloz, yardım etmeye çalışınca yaşına başına bakmadan analık taslayan karı... Söylesene tüm bunların tamamını nasıl oluyor da bünyemde taşıyabiliyorum? Hepsini barındırdığım için mi hak etmiş oluyorum öfkeni? Ölüyorum. Ölüyoruz. İşte bugün. Karşında. Gözlerinin içine baka baka. Sizden hesap sorarak. Haberin var mı? Üçüncü sayfadayım. Okumadın. Gözlerinin içine bakıyorum. Kaçıyorsun benden ve öfkene sığınıyorsun. Beraber nefes alabilirdik oysa. Birlikte hayatın kokusunu içimize çekip "Oh be! Dünya varmış." diyebilirdik. Sen öfkenin kollarında olmasaydın. Sarılırdık bile. Şimdi. Ölüyorum. Ölüyoruz.

19 Temmuz 2020 Pazar

Bulgurseverler Derneği

Bayanlar baylar, Bulgurseverler Derneğine hoş geldiniz. Burada salçasız, sarımsaksız, soğansız bulgur pilavı pişirmek de yemek de yasaktır.

Dikkat! Dikkat! Bulgurseverler Derneği Başkanı Mehmet Celal Patavatsız konuşuyor. Bayanlar ve baylar Bulgurseverler Derneğine hoş geldiniz. Burada salçasız, sarımsaksız, soğansız bulgur pilavı pişirmek de yemek de yasaktır. 

Akşam eve gelecek. Son iki saat kaldı. Gün boyu evin kıyısını köşesini temizleyeyim derken saati akşam etmişim. İşten gelecek. Evde yemek yok. Gelsin kendi yapsın desem, beceremez. Hem yemeklerimi yerken kendinden geçişini seyretmeyi de pek seviyorum. Ettiği iltifatlar da cabası. 

Ocağı yakıyorum. Nenemin gözleri beliriyor ateşin içinde. Nereye gitsem benimle geliyor bakışları. Tencere ısınıyor. Önce zeytinyağı... Tereyağını sever Mehmet, az tereyağı da koyalım. Telefon çalıyor. Açıyorum, efendim Mehmet. Nasılsın diyor. İyiyim, işler nasıl diyorum. Dernek sakin bugün. Ne güzel diyorum sıkkın bir edayla. Acelem var canım sonra arayayım ben seni olur mu? Tereyağına sarımsakları bırakalım bakalım. Olur, akşama ne var yemekte? Pilav ve tavuk canım iyi günler. Sarımsakların ardından bulgur. Azıcık kavuralım şu bulgurları. Şimdi de su...  

Ocakta tüten duman evi sarıyor. Duvarlarda dumandan sarmaşıklar. Akşam güneşi perdelerden içeri sızıyor. İri ağaç yaprakları hafif esen rüzgar ile salon penceresine dokunuyor. Pencere pervazlarının beyazı grileşiyor. Küçük bir tırtıl pencere kenarından içeri girmeyi deniyor. İzin vermiyorum. Minik bir kağıt ile ait olduğu yere geri gönderiyorum. Seni özleyeceğim. 

Salonun yerlerini sabah temizlemiştim. Sıra koridorlarda. Şimdi oraları süpürmek gerek. Son yarım saat. Kapı çalarsa da güzel görünmek lazım. Sade bir güzellik de yeterli. Gösterişli olmak zorunda değil. Süpürge çok toz kaldırıyor. Mutfağın kapısını örtmeli. Yemeklere toz bulaşmasın. Odaların kapılarını ve pencerelerini açmalı. Toz dışarı çıksın. Evin havası düzelsin. Oda... Kıyafetler dağınık. Katlamak, toplamak lazım. Son beş dakika. Demir kapının sesi geldi. Merdivenleri çıkışından tanıyorum onu. Adım atışından. Kollarını iki yana açışından. Elli metre öteden, ilk görüşte... Anahtarla açmaya çalışıyor kapıyı. Koşup üst kilidi açıyorum. 

İki şişe gazoz. Poşeti yere koymayı deniyor. Ver bana diyorum. Hoş geldin. Burası Bulgurseverler Derneği diyor cevaben. Gülümsüyoruz. Kokuları içine çekerek mutfağa doğru yürüyor. Kapağını açıp pilav kaşığı ile içinden yemeye çalışıyor. Döke saça... Salça koymamışsın buna diyor. Ama yine de lezzeti yerinde. Tüm gece bulgura konuşuyor. Salçalı olacaktı. Salçalı olmalıydı. Bir dahakine salçalı yaptıracağım sana. Bulgur pilavı salçalı olur. Bulgurseverler olarak biz bu duruma karşıyız. Tek eksiği salçası. Her şeyi çok yerinde. 

Mehmet konuşurken, mutfağın, salonun pencerelerinden içeri mahallemizin kedileri, kuşları ve köpekleri giriveriyor. Kuşlar bulgura talim. Kediler ve köpekler tavuk için kavgaya tutuşuyor. 

Ellerine sağlık hanım.

5 Temmuz 2020 Pazar

Ekmek

Güneş... Her dakika biraz daha hissettiriyor artık yanımda olamayacağını. Güneş... Vakit ilerledikçe daha da uzaklaşıyor tenimdeki varlığı. Ve sıcaklığı... Günün en soğuk dakikaları sabahın ilk saatlerinde yaşanıyor derdi nenem. Üşüyorum. Sandığım kadar soğuk olmamalı burası. Çevredeki karanlığın serinliğine rağmen insanlarda nedenini bilmediğim bir tatlı telaş mevcut.  

İstisnasız hepsi biraz mahur adımlıyor yolları. Kiminin elinde içerisinde kırmızı, yeşil, beyaz eşyalar bulunan hışırtılı çantalar. İçlerinden birinin sırtında daha iricesi. İçini göstermiyor. Adamın suratında şikayetsiz bir gülümseme. Bir deniz kıyısındayız. Uyandığım kayaların yanında yol boyunca yürüyen kadınlar ve adamlar var. 

Kayaların üzerinde uyandığımdan beri en çok insan gördüğüm andayım. Adamın peşi sıra yürümeye başlıyorum. Yolda küçük çocuklar, yaşlı insanlar, başında kasket dedikleri başlıkları ile sakalını tarayan ihtiyar adamlar. 

Sırtındaki iri beyaz un çuvalını indiriyor yere adam. 
"Deniz usta yine formundasın bakıyorum." diyor gençten bir adam. 
"Sabah ekmeklerini yaptık Orhancığım, sıra öğle vaktine geldi."
"Ben de iki ekmek alacaktım, biri tam buğday, öteki beyaz."
"Yahudi böğreği?.."
"Annesi yasakladı bizim kıza boyozu. Her sabah yemekten artık iyice sivilceleri çıktı bunun diye şikayet ediyor."
"Haydi o zaman gel içeri de yengeyi daha fazla kızdırmayalım."

Onlar içeri giriyor. Ben uzakta sessiz sedasız onları izliyorum. Az arkadayım. Görebilmek için dönüp bakmak gerekiyor. Ancak kimsenin niyeti yok buna. Kendi cehenneminde yanan insanlar için başka bir sureti okumak kadar zor ikinci bir şey olabilir mi? Evet... O suretin acılarına, sırtındaki çıbana merhem olmak. 

Deniz usta ekmek yapıyor. Sokaktaki küçük büyük herkesin gözü onda. Ben de pek severdim nenemin ekmeklerini. İçine her şeyden çok sevgi katardı, bunu bir ben anlardım. Herkes bilirdi sevecen, yüreği geniş, bilge bir kadındı ve fakat kimse ekmeklerindeki bereketin gönlünden geldiğini anlayamazdı. Acaba Deniz Usta'nın ekmekleri de neneminkiler gibi midir? Çocuklar seviyorsa bu adamı bence  benziyordur. 

Deniz Usta'nın yanına doğru ilerliyorum. İçerisi sıcak. Tenimin sabah saatlerine, serinliğe meydan okuyan sıcaklığı iyiden iyiye artıyor. 
"Deniz Usta" diyorum.
"Buyrun!" diyor. 

Çevremde bir karanlık peydah oluyor. Bedenim hafiflemeye başlıyor. Nenemi yakan, beni buralara kadar savuran ateş, yeniden beliriyor gözlerimde. Bu defa ne yanan insanlar var ne de alevlerin arasındayım. Gökyüzü. Yüzümle, etimle, kemiğimle gökyüzü oluyorum. Yavaş yavaş yerden yükselmeye başlıyorum. Uçuyorum diyemem. Belki cennete gidiyorum? Bu huzurlu yükseliş. Ve bitmesini hiç hesaba katmadığım yolun sonuna geliş. Yolun sonuna varmamak değil miydi ilk kuralı bu oyunun? 

Bir yarık içerisinde yanan koca ateş. İçinde pişen çeşit çeşit ekmek. Her ekmeğin kendine has kokusu. Onlar bana karışıyor. Ben de onlara karışıyorum. 

Sadece benim gördüğüm bir rüyadayım. Bu düş bittiğinde hepimiz kendi rengimizde, kokumuzda uyanmış olacağız. Gökyüzü bana ben gökyüzüne karışıyorum. Başı ve bitişi belli olmayan bir döngüdeyiz. Dönüyoruz. Dönüyorum. Yeryüzünden gökyüzüne. Yerden göğe. Gökten yere. 

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...