30 Mayıs 2020 Cumartesi

Göçen Kervanın Yolcularına

Evvel zaman içinde... Ahir zaman peşinde...

Ölmüşsünüz... 

Doğmuşsunuz... Büyümüşsünüz... Yaşlanmışsınız... Ölmüşsünüz... 

Önce bilmiyordum... Sonraları haberim oldu. Ölü bedenlerinizi toprağa bırakmışsınız... Bir bir... Buluşacağım diyormuşsunuz... Onunla... Onlarla...

Efeymişsiniz siz... Anaymışsınız... Bacıymışsınız... Yüreği çatal... Kaşları yay... Bakışı haşin... Lafı sözü kuvvetli... Yorgunmuşsunuz... Anlıyorum... Fotoğrafınızdan... Gülümsemişsiniz... Hepiniz... 

Saadetmişsiniz siz... Ufukmuşsunuz... Ateşmişsiniz... Kormuşsunuz... Kıvılcımmışsınız... Babaymışsınız... Cananmışsınız... Mürüvvetmişsiniz... Seyyidmişsiniz... Fethiymişsiniz... Egeymişsiniz... Toprağının yiğitlerindenmişsiniz... 

Kiminiz avuçları kınalı bacıymış... Kiminiz yüreği yanık anaymış... Kiminiz de yüreği çatal birer efeymiş... 

Yangınmışsınız siz... Anadoluymuşsunuz... Toprağımmışsınız... Kademimmişsiniz... Adımmışsınız... Adımımmışsınız...

Bir hamur bekliyor şimdi ustaların ellerinde. Yoğuruluyormuş... Yoğurulmayı bekliyormuş... Kıvamını feleğin çemberine borçluymuşuz hamurun. 

Kaderin cilvesine...

Siz ölmüşsünüz, kader cilvesini yapmış sonra... 

Evvel zaman içinde... Ahir zaman peşinde...

Ölmüşsünüz... 

Doğmuşsunuz... Büyümüşsünüz... Yaşlanmışsınız... Ölmüşsünüz... 

Kader cilvesini yapmış sonra...


29 Mayıs 2020 Cuma

Liman

Beraberiz. Kusurlarımızla beraber. Artılarınızla, eksilerinizle, sahiplenmenizle, öfkelenmenizle, acaba kaybediyor muyum diye endişelenmenizle... Her şeyimizle... Beraberiz.

Sahi arasam da ne kusur bulurum sizde? Orası meçhul. Beraber hazırladığımız kahvaltı masalarımızı özlüyorum. Çayımızı doldururduk beraber, domates ve salatalığın üzerine zeytinyağı gezdirirdik. Beyaz yumurtaların da... Beyaz yumurtanın üzerine kekik ekerdik. Zeytinyağının yanında...

Eğer kahvaltı Kadıköy'de ise Eylül Pastanesi'nin arkasından alırdık simitlerimizi. Az yemek için çaba sarf eder, bazen beceremezdik. Yanımızda üçgen peynirimiz, küçük mutfak balkonu mabedimiz. 

Kendimi sevmeyi sizinle öğrendim. Bana beni öğrettiniz. Ayna tuttunuz siz, sizler... Ne zaman darlansam açtınız kapınızı da yüreğinizi de... 

Biz bütün ekmeği ortadan bölmedik hiç. Çünkü birbirimizi bulduğumuzdan beri diyetteyiz, bilirsiniz siz. Zahmetin rahmete kapı araladığını sizden öğrendim. Size benzedim, gün geçtikçe size doğru evrildim. 

Rüyalar anlattı, ellerim sizin elleriniz gibi olacak. Kuşaktan kuşağa aktarılacak sizin de zamanında aldığınız elin manası. Günleri bitirdiğimizde beraber... Eve dönüşte zaman dar değilse vapuru seçtim ben hep. Limandan limana yolculuk ettiğimi anlayayım diye. Hem deniz, İstanbul'un boynunda başka güzel. 

Beraberiz. Kusurlarımızla beraber. Çıktığım her yeni yolculukta verdiğim kayıpları, kaybettiğim canları, bünyemdeki zehri temizlemek, güverteye paspas cila çekmek için dönüp dönüp demir attığım limansınız. 

Artılarınızla, eksilerinizle, endişelerinizle, yaşınızla, saçınızla, kaşınızla, beyazınızla, evlat diye bağrınıza basışınızla, öfkelenmenizle, kaybetme endişelerinizle... Her şeyinizle... Turuncu yapraklı pazen eteğinizle... Kapıda abla diye karşılayan minik kopyanızla... Evin büyük kızı olmanın sorumluluğuyla... Limandayız... Beraberiz...

28 Mayıs 2020 Perşembe

Kaçış

En çok bana ithaf ettiğin şarkıları dinlemeyi seviyorum. Yollara, duvarlara, zincire vurulmuş kilitlenmiş kapılara rağmen... Avuçlarımın ayasından havaya karışan şeyin adı sevgi. Saygı... Şifa...

Sanki karşımdaki sandalyeyi çekip oturmuşsun. Gözlerini üzerime dikmişsin; "Ne yapıyor bu?" diyorsun. "Benim gibi bir adamda ne buluyor? Yakışıklı değilim. Karizmatik de sayılmam. Para desen?.. Çulsuzun tekiyim. Ne buluyorsun bende sen?" 

Pikapta Gabriel Faure'dan Pavane. Bilirim. Sen çok sevmezsin opera... Baleyi de operayı da gerçekçilikten uzak buluyorsun. 

Avuçlarımın ayasından sana karışan... Benim... Gözlerindeki anlamın yuvası da burada. Uzaklara gitsen... Seni, patavatsızlığını, deliliğini, vahşiliğini, isyanlarını, çıkışlarını, öfkelerini anlayamazlar. Dindiremezler... 

Uzaklara gitsem... Beni, sessizliğimi, tebessümlere sardığım gözyaşlarımı, karanlıkta bulduğum huzuru, akıllı davranmak zorunda kaldığım için deliremediğimi, onların kuralları arasında nefessiz kalıp boğulduğumu anlayamazlar. Beni kabuğumdan çıkaramazlar.

Taşıdığın sirke zehir kesiyor. Az kaldı öldürecek seni. Korkuyorum. Öldürecek seni. Yavaş yavaş saracak benliğini. Korkuyorum. Elbet var bir çaresi. Deliliğinin, taşkınlığının, takıntılarının, anlattıklarının, yutkunduklarının var bir reçetesi. Gecenin toynaklı kolları sarsın seni, bırak kendini. 

En çok insanların iki yüzlülüğüne isyan edişini seviyorum. İçimden geçen ne varsa onlara karşı, birer birer söylemeni... Mütemadiyen... Yutkunduklarımı... Açık yürekliliğini... Kaybetmeyi göze alabilmeni... Acı bile çekecek olsan... Göğsünü gerebilmeni zorluklara... Hep zoru seçmeni... Hep tam siper savaşa hazır oluşunu... Menfaatini düşünmeyişini... 

Gözü pekliğini seviyorum en çok. Söylem değil eylem insanı olmanı. Ben seviyorum diye operalara katlanmanı. Seviyorum, içindeki zehri seyreltmeyi.

Ancak senden kaçamayacağım anlamına gelmiyor bu. Gelse keşke. Gelseydi. Gelebilseydi. Onlardan kendime, kendimden sana kaçıyorum. Senden de kendime kaçacağım. Sonra kendimden sana. Kendimden onlara. Onlardan sana. Senden onlara. Onlardan bana. Benden sana. Senden bana. 

Benden size...

 

27 Mayıs 2020 Çarşamba

Kartondan sınırlar

Geçmişe açık geleceğe kapalı kapılar... Gelen güzelliklerin gitmesinden korkan insanlar... Kaybetmek. Kartondan sınırlarda gümrük bekçileri... Beklemek. Girişleri yasaklamak. Kapatmak. Korkmak. Arpadan da buğdaydan da olmak bir yerde sözün özü.

En güzeli kartondan sınırlar inşa etmek!? Dokunsa yıkılacak. Dokunup yıkmak isterse... Yerle bir olacak sınırlar. 

Ardında kuvvetli bir sine. Hastanın buz kesmiş ellerini eritecek. Şifalı bir sine. Delişmen bir oğlan çocuğunu büyütür gibi. Hırçın dalgaların vurduğu bir kaya gibi... 

Çekip içine zararlı ne varsa toprağa bırakacak. Ağaçlar gibi. Özveri ile işleyecek seni iğne oyası gibi. Hafize teyze gibi. 

Belki yıkacaksın kartondan sınırları. Belki yağmur yağacak düşecek barikatlar. Belki fırsat bu fırsat deyip aşacaksın gümrük bekçilerini.

Belki teslim olacaksın. Belki gelip bozacaksın tüm dengelerimi. Kalıcı izler bırakacaksın. Yeni sınırlar inşa edeceğim. Yine kartondan. Bu defa mukavva... Bir ihtimal, mücadeleye devam edeceksin. Bir ihtimal daha var. Vazgeçeceksin. Sonra ne buğdayım kalacak ne de arpam...

Sen uzaklaştıkça sınırlarım genişleyecek. Duvarlarım. Yükselecek. Evirip çevirecek kartonu duvar ustaları. Kartondan sınırları şato duvarlarına... Evirip çevirecek. Gümrük bekçilerinin eline kılıçlar, tüfekler verilecek. Toprakları ekip biçecek bir sınıf üreyecek içeride. 

Buğday ve arpanın yanında pirinç de yetişecek. Gönül toprağı bereketini can suyundan alacak. 

Kartondan sınırlar... Korkudan sınırlar... Elindekinden olmanın korkusu... Kaybetmek. Bölük bölük askeri yabancıların üzerine salmak. Gaz ile ateş ile kurşun ile yürümek ahengin üzerine. 



26 Mayıs 2020 Salı

Kırk ince belli kız

Aşktan bir duvak yaptım saçlarıma. Örgülerimin ucuna renkli kurdelalar bağladım. Uçlarından salınıp dökülüyor umutlarım. Işıklı yollardan karanlık adamlar yaklaşıyor. Duvağımı açıyor kirli pençelerinden haset saçan üçüncü şahıslar. Sağ elim sola, sağ duvarları sol duvarlara yolculuk ediyor koca salonun. Duvarlar eziyor çocukluğumu. Masumiyetimi. Muzurluğumu.

Sahnedeyim. Sahnede iş yapan şey asalet. İkimiz de biliyoruz; bu oyunu oynayacağız. Küçük bir iskemlenin üzerine çıkıyorum. Gözlerim seni arıyor. Işık ışık bana bakan göz bebeklerini. Aralıklarından umut fışkıran kusurlu dişlerini; gülüşlerini. Beni sevişini. Arıyorum. Uzaklardan adım adım gelişini. Karanlığın bana dokunuşunu hissediyorum. Beni karanlık ve pis dünyasına çekişini fesat dudaklarının. Aşkın aşktan başka bir şey kokmadığını yeniden öğretiyorsun bana. Kaç zaman sonra yeniden duyuyorum bu kokuyu. Bir bodrum katına iniyoruz hep beraber. Kırk ince belli rocker kızdan biri postallarıyla basıyor tekmeyi dağınık metal yığınına. Fişi söküp yeni bir prize takıyor.

Pırıltılar sarıyor çevremizi. Bir renk şöleninin içindeyiz. Yüzülmüş derilerin, çürük et kokularının içindeyiz. Yaşayan ölülerin arasında yürüyoruz. Gülümseyen suratımızla bir uyanışın lokomotifi mi olacağız yoksa?..

24 Mayıs 2020 Pazar

"Sizin eseriniz"

Kapı açık. İçeri girebilirsin. Bana, odama, bendeki akışa dahil olmanda bir sakınca yok.

Gözlerin... Altı çukur gözlerin. Bakıyorsun bana. Durgunsun. Yüzünde sade, sevimli, çocuksu bir gülümseme. Yirmilerin başındayız, sen ve ben... Hatırlarsın, ne çok geçerdik kırmızı sınıf kapısından. Gözlerin... Açılıp kapanırken gıcırdayan kapıları hatırlatıyor. G şubesiydi, beş sınıf geçtik. Bir dönem duvarları lila... Kapıları kırmızı...  Ben ayrıldım sonra sizden. Senden. 

En çok boyası kalkmış rutubetli duvarın önünde sınıfça çekildiğimiz fotoğrafı seviyorum. Arkada mevsim şeridi vardı. Onda sen yoksun. Sınıfımıza sonradan dahil olmuştun. Ama yine de ilköğretim hayatımı düşündüğümde ilkin yüzün geliyor aklıma. Okul servisinde yan yana oturduğumuz ilk gün... Böyle tanışmıştık. Bizim sınıfta olacağını bilmiyordum. Arkadaş olacağımızı da... Ama yollarımızın ayrılacağını biliyordum. Biteceğini bilerek başlamaz mıyız bütün ilişkilerimize? Çünkü hiç olmadı ölüm ayırır insanı.

Kapıda bekleyip ders zili çaldıktan sonra; "Öğretmen geliyor!" diye bağırdığımız, koridorda koşturup doktorculuk oynadığımız günler artık uzaklarda. Beyaz önlüklerimiz vardı. Kimimiz doktor oluyor, kimimiz hemşire. Ama hepimiz doktor olmak istiyor. Bugün oynayabilseydik eğer doktor olmak istemezdim. 

Kimin bir sorunu varsa öğretmene yetiştirip, çözüm bulunması için ispiyon ederdim. İnsanın sorununu tespit etmek ve çözmek gerekiyor çünkü. Dişin mi ağrıyor? Öğretmene söylemeli. Ecza dolabında ilaç vardır. O bulup sana verir. Sınıfta kavga mı çıktı? Hemen yetiştirmeli. Kavganın neden çıktığını bulup ara buluculuk etmeli. Küfür mü ediyorlar? Öğretmenler odasının kapısında bekleyen nöbetçilere "Öğretmenimle görüşmek istiyorum." demeli. 

Beklerken kapıda Mustafa Kemal Atatürk imzalı "Öğretmenler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır!" diye tabloyu okumalı.

Türkçe dersi, "Kurallı bir cümle ama, ve ile başlamaz, çünkü ile bitmez." diye uyarıyor sınıf öğretmenimiz. Çok dikkat ediyordum buna. Sınavdan tam not alabilmek için. Ama kurallarla aram gün geçtikçe açılıyor. Evvelden olsa bu kuralın dışına çıkmazdım. Şimdi... Ayak diremeyi seviyorum çünkü. Bazen girdiğin sınavlarda bile bile yanlış seçeneği işaretlemeli. Neden ama ile başlamasın ki? Zaten amadan önce söylediklerimizin hiçbir anlamı yok. "Sana büyük ölçüde katılıyorum ama bence yanlış düşünüyorsun." derken mesela... Doğrudan "Ama bence yanlış düşünüyorsun." daha gerçekçi bir cümle değil mi? Kim koyuyor bu kuralları? Yetkililere sesimizi duyurmalıyız.

Bir gün tekrar kapının önüne koyduğumuz kapıları kilitli dolaplara ağır kitaplarımızı yerleştirebilir miyiz? Bugün üniversitede kişisel dolaplarımız var. Metal. Bir tane edinmiştim ben de. Ama kullanmıyorum. Boş duruyor içi. Okul numaralarımıza göre dizilmiş olsalardı belki kullanırdım. Hem ahşaptan değiller. Ben ahşap dolap seviyorum. Meşe... 

Okulun arka bahçesine diktiğimiz meşelerden... 

Kapı açık. Gözlerin gibi çünkü. Masum... Çocuksu... Kapılar... Gözlerindeki kapıdan geçtim. Çocukluğumun kapılarından... Birer birer... İki akış var. Biri bende, biri sende... İki farklı zaman, iki farklı mekan, iki farklı insanız. Bizi bağlayan şey, kapılar. Şahidiz birbirimize. Sen dans etmeyi, eğlenmeyi daha çok severdin. Durgundum ben biraz. Ama sana eşlik ederdim. İyi arkadaştık. Küstüğümüzde kitap okurdum. Barıştığımızda oyun oynardık. Büyüyünce şair olacak küçük bir kızım ben. Sınav kağıdım isimsiz okunduğunda böyle söylemişti öğretmenimiz. 

"Haydi eller havaya!" Ellerini kaldır yukarıya küçükken yaptığımız gibi. Ay ışığının damarlarından kalbine akmasına izin ver. Bugün bayram. Şeker toplayamıyoruz. Sınıfta bayramlaşma sırasına giremiyoruz. Ama yazıyoruz.

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...