Kapı açık. İçeri girebilirsin. Bana, odama, bendeki akışa dahil olmanda bir sakınca yok.
Gözlerin... Altı çukur gözlerin. Bakıyorsun bana. Durgunsun. Yüzünde sade, sevimli, çocuksu bir gülümseme. Yirmilerin başındayız, sen ve ben... Hatırlarsın, ne çok geçerdik kırmızı sınıf kapısından. Gözlerin... Açılıp kapanırken gıcırdayan kapıları hatırlatıyor. G şubesiydi, beş sınıf geçtik. Bir dönem duvarları lila... Kapıları kırmızı... Ben ayrıldım sonra sizden. Senden.
En çok boyası kalkmış rutubetli duvarın önünde sınıfça çekildiğimiz fotoğrafı seviyorum. Arkada mevsim şeridi vardı. Onda sen yoksun. Sınıfımıza sonradan dahil olmuştun. Ama yine de ilköğretim hayatımı düşündüğümde ilkin yüzün geliyor aklıma. Okul servisinde yan yana oturduğumuz ilk gün... Böyle tanışmıştık. Bizim sınıfta olacağını bilmiyordum. Arkadaş olacağımızı da... Ama yollarımızın ayrılacağını biliyordum. Biteceğini bilerek başlamaz mıyız bütün ilişkilerimize? Çünkü hiç olmadı ölüm ayırır insanı.
Kapıda bekleyip ders zili çaldıktan sonra; "Öğretmen geliyor!" diye bağırdığımız, koridorda koşturup doktorculuk oynadığımız günler artık uzaklarda. Beyaz önlüklerimiz vardı. Kimimiz doktor oluyor, kimimiz hemşire. Ama hepimiz doktor olmak istiyor. Bugün oynayabilseydik eğer doktor olmak istemezdim.
Kimin bir sorunu varsa öğretmene yetiştirip, çözüm bulunması için ispiyon ederdim. İnsanın sorununu tespit etmek ve çözmek gerekiyor çünkü. Dişin mi ağrıyor? Öğretmene söylemeli. Ecza dolabında ilaç vardır. O bulup sana verir. Sınıfta kavga mı çıktı? Hemen yetiştirmeli. Kavganın neden çıktığını bulup ara buluculuk etmeli. Küfür mü ediyorlar? Öğretmenler odasının kapısında bekleyen nöbetçilere "Öğretmenimle görüşmek istiyorum." demeli.
Beklerken kapıda Mustafa Kemal Atatürk imzalı "Öğretmenler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır!" diye tabloyu okumalı.
Türkçe dersi, "Kurallı bir cümle ama, ve ile başlamaz, çünkü ile bitmez." diye uyarıyor sınıf öğretmenimiz. Çok dikkat ediyordum buna. Sınavdan tam not alabilmek için. Ama kurallarla aram gün geçtikçe açılıyor. Evvelden olsa bu kuralın dışına çıkmazdım. Şimdi... Ayak diremeyi seviyorum çünkü. Bazen girdiğin sınavlarda bile bile yanlış seçeneği işaretlemeli. Neden ama ile başlamasın ki? Zaten amadan önce söylediklerimizin hiçbir anlamı yok. "Sana büyük ölçüde katılıyorum ama bence yanlış düşünüyorsun." derken mesela... Doğrudan "Ama bence yanlış düşünüyorsun." daha gerçekçi bir cümle değil mi? Kim koyuyor bu kuralları? Yetkililere sesimizi duyurmalıyız.
Bir gün tekrar kapının önüne koyduğumuz kapıları kilitli dolaplara ağır kitaplarımızı yerleştirebilir miyiz? Bugün üniversitede kişisel dolaplarımız var. Metal. Bir tane edinmiştim ben de. Ama kullanmıyorum. Boş duruyor içi. Okul numaralarımıza göre dizilmiş olsalardı belki kullanırdım. Hem ahşaptan değiller. Ben ahşap dolap seviyorum. Meşe...
Okulun arka bahçesine diktiğimiz meşelerden...
Kapı açık. Gözlerin gibi çünkü. Masum... Çocuksu... Kapılar... Gözlerindeki kapıdan geçtim. Çocukluğumun kapılarından... Birer birer... İki akış var. Biri bende, biri sende... İki farklı zaman, iki farklı mekan, iki farklı insanız. Bizi bağlayan şey, kapılar. Şahidiz birbirimize. Sen dans etmeyi, eğlenmeyi daha çok severdin. Durgundum ben biraz. Ama sana eşlik ederdim. İyi arkadaştık. Küstüğümüzde kitap okurdum. Barıştığımızda oyun oynardık. Büyüyünce şair olacak küçük bir kızım ben. Sınav kağıdım isimsiz okunduğunda böyle söylemişti öğretmenimiz.
"Haydi eller havaya!" Ellerini kaldır yukarıya küçükken yaptığımız gibi. Ay ışığının damarlarından kalbine akmasına izin ver. Bugün bayram. Şeker toplayamıyoruz. Sınıfta bayramlaşma sırasına giremiyoruz. Ama yazıyoruz.