27 Ağustos 2018 Pazartesi

Bilge Kadının Hikayesi

Bilge bir kadın ve hikayesi var tam yanımda ve yüreğimde.

Sır
Bir asker tanıdım yakın zamanda. Omuzlarında ne apoletleri vardı ne de başında şapkası. Korlara sarılmış bir bebek  tanıdım bundan birkaç ay önce. Yüzünden Orta Asya'nın kokusu geliyordu. Başı kınalı bir bebek gördüm kız çocuğu sandım kundağı gösterdiler, 'Biz oğlanlarımızı böyle sararız.' dediler. 'Kızlarınızı ne yaparsınız?' dedim. 'Onları sabır zikirleriyle sararız ve düğün vakti kınalarız.' dedi beyaz perçemleri tülbentinden düşen kadın. Kaşları çatık, omuzları düşüktü. Oymaları iğne oyasını andıran sandığa yöneldi, perçemleri gibi beyaz bir tülbent çıkardı. Tam ortasında kurumuş bir kan lekesi var. Tülbent bağlı, açtı kör düğümü. İçinden bir fotoğraf çıkardı. 'Bak, benim okumam yok. Görüyor musun?' dedi 'Kim buradaki?' dedim şaşkınlıkla. 'Dikkatli bak kızım.' dedi. 'Sana çok benziyor.' dedim. 'Evet, benden bir parçadır orada gördüğün ama aslında benden de değildir. Okusana arkasını.' Fotoğrafın arkasında şöyle yazıyordu;
'Ben burada çok iyi hissediyorum anneciğim. Tam bir hafta oldu yazamadım sana. Affet. Gelince tülbentleri değiştirmemiz lazım, kokun kalmadı bunda. Hem düğünü de konuşmak lazım neyse, şimdi görev bekliyor. Toprağım için hasretle öperim.' 

'İki ten tek canda'
Fotoğrafı yaşlı kadına uzattım. Ortalıkta göz gezdirdi ihtiyar kadın. 'Haydi gel balkona çıkalım.' dedi. 'Olur' diye yanıtladım. Başladı anlatmaya, 
'Bu mektupla birlikte geldi tülbentim. Tabi evladımın eşyalarıyla beraberdi. Geride bir nişan yüzüğü de bıraktı. Gerçi bizim yüzük alacak paramız dahi yoktu bir halka taktılar işte. Kız da çok sevmişti ama kapıya ayrılık vurunca metal takmış, altın takmış ne kıymeti kalır? Bohçanın içinde bir de yüzük vardı. Onu kıza yolladık. Aradan 4 gün geçmedi. Kızın annesi kapıya geldi sabah ezanıyla. Kızı evin balkonunda bulmuşlar. Sol eline takmış, iki yüzüğü birden. Örtüsü sıyrılmış omzundan aşağı sarkıyormuş. Bakmışlar ki göğsü hareket etmiyor. Besmele çekip nefesini kontrol etmişler. Gözleri yemyeşildi, kapanmış. Onlar da rahatsız etmemişler, kızımızı. Evlatlarını alıp yatağına sermişler. Sonrası malum işte! O  gün iki cenaze birden kalktı camimizden. Aha şuraya gömdük. (Bahçenin dibindeki beyaz mermerleri gösterdi.) Diğerini de tam dibine. Can aldılar evimden! Hem de iki tane. Birini öbüründen ayrı tutamam ki. O da benimdir. Cenazemiz sakin geçti. Öyle yakınan, dövünen yoktu. Biz biliyoruz ki iki şehit birden verdik. Şimdi sen bana soruyorsun niye kınalıyoruz oğlan bebelerimizi, eskice bir gelenektir bu. Sizin diyarlarınızdan buralara kan kusarlar. Biz de evlatlarımızı doğar doğmaz bunun için hazırlarız. Bundan yüz yıl önce de, 10 yıl önce de böyleydi, bugün de böyle. Biz evlatlarımıza esir almayı, esir olmayı değil asil durmayı öğretiriz.' 

Püf Noktası
Sessiz sessiz dinledim söylenenleri. Bu eve gireli 1 yıl oluyordu. Bir şehit olduğunu bilirdim, nişanlısı ile yanyana gömüldüğünü de ama hiç hikayeyi dinleme fırsatım olmamıştı. Ben, nereli olduğu önemli olmayan bir kadınım, bu ailenin bir ferdi olalı tam 1 sene geçti. Ne eşim anlattı bunları ne başkası. Kayınvalidemden dinledim hikayeyi. Şimdi kendi evladımı kınalı görünce tanıyamadım, kız çocuğu sandım ya! İşte bu benim de saçlarımı ağartacak sırrın şifresiydi ve bugün söylendi püf noktası. Burası Anadolu'nun bir şehri. Ben bir Türk ailesinin geliniyim. Geleli beri hiç kötü muamele görmedim. Çevremdeki kadınlar çok dayak yedi, komşularımızın evlerinden her gün en az bir çığlık sesi gelir. Bizde olmadı hiç. Şanslıyım, bilge bir kadınla yaşıyorum. Şimdi, benim hangi milletten olduğumun bir önemi yok. Acıların kavurduğu bir topraktayım. Olgunluk şerbetiyle toprağı sulayıp, mahsulü sabır sepetlerinde biriktirir buralılar. Artık, ben de buralıyım. Memnunum halimden. Bilge bir kadın ve hikayesi var tam yanımda ve yüreğimde.




Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...