19 Nisan 2020 Pazar

Doğanın Ahengine Kulak Ver


Hz. Adem ve Havva dünyaya geldiğinde nasıl bir tabloyla karşı karşıyaydı? Aklımızın alamayacağı kadar berrak suların ve bakir ormanların egemenliğine bakıp “Cennet varken burası da ne amaçla yaratılmış ola ki?” Demiştir belki de. Bugün biz görsek küçük dilimizi yutardık hal bu ki.

Ağaç yapraklarından elbiseler yapmayı, zehirli yılanlarla, dinozorlarla, mamutlarla aynı ormanda uyumayı, aynı nehirde yıkanmayı kaçımız isterdik? Haydi ellerimizle kurduğumuz koca Matrix’e meydan okuyalım! Küresel bir ayaklanma başlatalım ve ilkel yaşama geri dönelim. İnsanın ilk yuvası olan ormanlarımıza gidelim.

Değil fabrikaların atıklarından zehirlenen canlıların varlığı, tarımın bile çok uzak bir ihtimal olduğu dönemlere yolculuk edelim. Kaçımız cesaret edebilir yeşilin, mavinin, insanın, canlının en ilkel haline dönmeye? Ve kaçımız başarabilir bu ilkelliği? Ayrıca çok merak ediyorum Greenpeace acaba bu fikre ne der?..



Estetik ve İkizi
Vahşi ve ilkel dünyanın eşsiz estetiğini görmezden gelen yeni bir dünyada yaşıyoruz artık. Oysa ki Tiyatro ve İkizi adlı yapıtında Antonin Artaud bunun tam tersini savunuyor. Ona göre vahşilik tiyatronun ikizidir. İnsanın ilkelliği göz yumulacak bir gerçek olamaz.

Tiyatral estetik özdeşleşme ve başkalaşma deneyimi sağlandıkça başarılı olabilir. Bu da ancak sahnede görsel şamata, renk ve ışık oyunları, duyuları zorlayan ve güçlü sonik titreşimler, magnetik yoğunlaşmalar, çıkış yeri belirsiz yankılar, çığlıklar, iniltiler ile sağlanabilir. Böylece vahşi estetik insan duyuları üzerinde etkinlik kazanır.

İlkel Estetik
İnsanın içinde bir yerlerde sürekli kuluçkada bekleyen yabanıllığı ile yüzleşmesi gerekiyor. Çünkü ilkellik sahte ve hayali, sadra şifa olmayan birşey değildir. Bilakis bununla yüzleşmek hepimiz için faydalı olacaktır.

Son zamanlarda dikkatimi çeken Alman müzik grubu Faun bu konuda çok başarılı. İlkel, temel ve rastgele bir estetik anlayışını sunuyor dinleyenlerine. Yarı insan yarı keçi bir yaratık olan Faun’un ismini almaları ise bunu ortaya açıkça koyuyor. Özellikle Almanca’nın kendine has dil estetiği ile birleşince metal ve beton yığınlarına hapsolmuş hayatlarımızdan koparıyor bizi.

Oomph! adlı rock grubunun Labyrinth adlı klibinde de labirente sıkışmış küçük bir kız gösterilmektedir. Koridorlarda birçok kapı ve oda olmasına rağmen labirentten kaçamaz. Bu gerilim tanıdıktır! Çağdaş yaşamın insana yutturduğu birçok şeyden kaçamayışımız ile özdeştir klibin çatışması.

Seçme hakkını kullanabilirsin ama çıkamazsın çünkü benim esirimsin diyen sistemin kurbanlarıyız. İlkelliğin ve özgürlüğün artık çok uzağındayız. Küresel köy dediğimiz ama hiç de köye benzemeyen bir yerde hapis yatıyoruz. “Labirentteyiz”. İnceltilmiş zevklerin, işlenmiş etlerin, salgın hastalıkların, hastane koridorlarının mahkumuyuz. Gökle beraber nefes alan değil göğü delen adamlarız artık.

İlkel Dil Estetiği: Türkçe ve Almanca

Dilbilim teorilerinden biri doğadaki seslerin taklit edilmesi yoluyla dillerin ortaya çıktığını öne sürer. Bu açıdan ilkel estetiğin birçok dilde de var olduğunu görebiliriz ama ben özellikle iki dil üzerinde durmak istiyorum. Bunlardan birincisi Alman Dili. Kimilerinin çok kaba dediği Almanca dil estetiği ile ilkelliğin fonetik damgasıdır. Ancak bir dil daha var ki kültür felsefesi ile de yaşam pratikleri ile de ilkellikle medeniyeti nasıl buluşturduğunu çok güzel gösteriyor.

Eski Türkçe’nin fonetik yapısı doğal seslerde olduğu gibi, “kaba”. Bu da değineceğimiz ikinci dil. Törpülenmemiş ve kendiliğinden gelişmiş ilkel bir estetiği barındırıyor Türkçe. Bu açıdan iki dilin de estetik kodlarında acaba bir benzerlik olabilir mi? Doğadaki kabalığın, yabanlığın ve rastgeleliğin seslerde yankılandığı bu iki dil tam da Artaud’un bahsettiği şeyi işaret ediyor.

Blok flüt ile sokaklarda çıplak ayak koşan çocuklar gibi vahşi ve törpülenmemiş. İstenmeyen kaba seslerden arındırılmamış diller. Ormanları önce yok edip arkasından da barışın rengini ormanlardan alan sivil toplum kuruluşları kurmak gibi, bir madalyon iki yüz çelişkisinden uzak. Olduğu gibi, kendi halinde ve iddiası da burada yatan bir estetik anlayışı.

Estetik Tornadan Geçirilmez
Bugün konuştuğumuz Türkçe ile Eski Türkçe arasındaki uçuruma baktığımda aklıma şu soru takılıyor. İddiasını ve güzelliğini ilkelliğinden alan dilimizi devam ettirmek varken neden törpüledik sürekli? Kendimizden niçin taviz verdik?


Şimdi soruyorum çünkü ayakkabılarımızı çıkarıp toprağa basalım istiyorum. Yani solucanlardan endişelenmeden ağaç kökleriyle sarılalım. Hz. Adem ve Havva’nın cennetten kovularak düştükleri yerde olsaydık muhtemelen korkacaktık çünkü.

Korkularımız bize milyon dolarlara silahlar yaptıracaktı. Ağaç gövdelerinin, deniz canlılarının gün gelip bizden intikam alacağını hiç hesaba katmayacaktık. Seçme hakkımız vardı ve biz onu kullanmıştık çoktan. Zaman ilerledikçe de ilkel ve vahşi olan her şey bize itici gelmeye başlayacaktı. Şimdi labirentin hangi kapısından girersek girelim ilkel estetik her zaman “kaba” olarak yaftalanacak.


Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...