21 Ocak 2022 Cuma

Mescid-i Haram

Yalnız elindeki kupa ile kanepenin köşesine ilişmiştir şimdi. Bir müddet pencereyi döven kar tanelerinin kavgasına dalıp gitmiştir. Kıvrımlı sokakta adımlarımı düşercesine atarken ben, belim dışarda, omzum önümde soğuk göğsüme işlemesin diye iki büklüm ona gidiyorum. Beni kapısında görse ne derdi? İçeri alır mıydı? Kapı eşiğinde nöbet mi tuttururdu? Bir bardak çay ikram edecekse nöbet de beklerdim ben kapıda. Binanın girişine açılan merdivenleri çıktım. Kapı aralıktı. Yalnız binanın en üst katında oturur. Ben de ona merdiven basamaklarını ikişer ikişer çıkarak ulaşmaya çalışırım. Yalnız kapısını her zamanki gibi kilitlemiştir. Sıkı sıkıya örtmüştür içeride ne varsa. Kapıyı tekmelesem, dünya yıkılıyor sansa, korkarak açsa kapılarını. Endişeli gözlerle baksa, beni görünce hafiflese telaşı. Ya da tuz istemeye gelen komşu çocuğu gibi utangaç bir eda ile tıklasam kapısını. Kim gelmiş diye şöyle göz ucuyla bakıp yumuşak bir kapı gıcırtısı eşliğinde açsa dünyasını bana. Son katı çıkıyorum. Artık kapıyı nasıl vuracağıma karar vermem gerek. Yalnız siyah ahşaptan kapı eşiğine geldiğimde ilkin tüm kuvvetimle kapıya yüklendim. Dakikalarca kapısına düştüm. Vurdum. Vuruldum. Sarstım. Sarsıldım. Yalnız'dan ses gelmedi.

"Kapıya alacaklı gibi vuracak tek insan Sacid idi yaşamımda. Sacid soğukkanlı durmaya çalışayım derken tüm heyecanını ele verirdi. Süt kaynatılan tencere nasıl taşarsa öyle yaşardı duygularını. Başta hiç yerimden kıpırdamadım. Bu gece kapıyı kilitlememiştim. Sacid mevsimlere giydirdiği sessizliğini bir taşkınlıkla sonlandıracaktı. Bu beyazlara gebe kaldığımız kış gecesiydi o taşkın gece. Kapıyı zorlayacak. Yüklenecek. Biliyorum ki çok isteyecek içeri buyur edilmeyi. Tepkisizliğimden ürkecek belki Sacid ama geri adım atmayacak bu gece. Başıma bir şey gelir diye korkacak. Daha da delirecek. İntihar etme ihtimalim onu güçlendirecek. Keskin zekasını yitirdiği anlardan sıyrıldığında kapının anahtar yuvasına bakacak."
Gel.
21 Ocak 2090
Cumartesi
İstanbul

Kapı gürültüyle kapandı, anahtarla içeriden kilitlendi. Yalnız bir fincan daha kahve almaya gitti. Döndüğünde battaniyenin bir köşesinden tutup balkona doğru sürükledi. Balkondaki koltuğa oturdu. Battaniyesine sarıldı. Yalnız sigara yaktı. O ilk nefesini alırken dizlerine uzandım. "Üşüme üzerine bir şey ört." dedi. Ceketimi çıkarıp sırtıma attım. Tüm gece balkonda oturduk. Kah uyuduk kah uyandık. Güneş doğduğunda mescid-i haramdan sürülme vaktim gelmişti. Yalnız usul adımlarla ve uyku mahmuru bakışlarıyla beni mabedimden çıkardı.

 

16 Ocak 2022 Pazar

Kendinden Kaçak

Her şey selamete erse. Yaşama dönsek. Huzurumuza hicret etsek. Sevgi hiç olmadığı kadar bizim olsa...
05.00

Yaşam'dan geride kalan hatıralar neden böylesi öfkelendiriyor? Kandırıldığımı düşünmemden mi? Kandığım için kendimi affedemeyişimden mi? Yoksa Yaşam'ı arayan gözlerimi ondan saklayamadığım için mi? O bunu anlayınca korkak bir biçimde inkar edişimden mi? Yaşam'daki ışıltıyı onda hiç göremediğimden mi? Şimdi Yaşam'ın yüzünde yeniden parıldayan o ışığı yani... Yoksa bana yaptığı saygısızlıktan mı? Şu kitapta onu anımsatan her şey neden beni öfke dolu birine çeviriyor? Beni acıma duymadan yıprattığı için mi? Neredeyse bir yıl oluyor; Yaşam'dan başka kimsem yok. Bu Yaşam'ı çok sevdiğimden mi? Hiç sevmediğimden mi? Yoksa Yaşam'dan ve şiddetinden beni tiksindirdiği için mi? Kendime olan güvenimi yitirdiğim için mi? Yaşam beklenen performansı gösterememekten siler atar insanı. Yaşam'ın memleketlileri neden hep böyle? Ve ben neden onlarla anlaşamıyorum? Onlar mı çok menfaat düşkünü ben miyim hayalperest? Belki taraflardan biri müşkülpesent... Tomris Yaşam'ın kendini böylesi yıpratmasına nasıl müsaade edebildi? Bilmiyorum. Yeni bir hayal kırıklığına daha dayanamayacak, bilinen tek şey bu.

Yaşam, yüreğimdeki ağırlığı al. Beni bırak. Beni özgürleştir. Yalnız kalmak istemiyorum.

Yaşam'ın açtığı yaralar yeniden sağlıklı biri olması için Tomris'e müsaade etmiyor. Alan açmıyor. Kafasını, kalbini ve benliğini ona bırak. Bırak ki yeniden sevebilsin. Yeniden ait olabilsin. Yeniden sevilmeye müsaade edebileyim. 

Yaşam, beni güçlendir. Beni çelikleştir. Beni daha sevgi dolu, daha merhametli ve daha kıymet bilir biri yap.

Tomris'e:
Şifa sensin.
06.10

Yaşam'a:
Tüm akıl hastalıklarının bir kokusu, dokusu, dokunuşu var. Onun hastalığı nasıldı hala anlayamıyorum. Hastaydı ve beni de hasta etti. Uçurum bana da baktı.
06.15

Tomris'e:
İnsanların içinde ilk fırsatta dışarı taşmayı ve kendi dahil herkesi boğmayı bekleyen kötülüğü iyileştir.

Yaşam'a:
Herkesi değil kendini iyileştir. İçindeki savaşı sonlandır.

Tomris'e:
Kendine dön.

12 Ocak 2022 Çarşamba

Kimse Bilmez: Çantada Ne Var

Kamuran sabah mahmurluğunu gizlediği makyajıyla bu sabah da çıktı evinden. Omzuna asılı külçe ağırlığındaki çantası ile adım adım kenti dolaşmaya başlayacaktı. Kaldırım kenarına ilişen muhtar Selami ile muhabbete koyuldu. Kamuran, ona muhtar Selami der, çünkü kim saat kaçta gelse, hangi öğrenci o gün okulu ekse Selami bilirdi. Önündeki mendilde biriktirirdi sermayesini. Ceplerinde kuruşları olduğunu da bilirdi ahali ama kimse dokunmazdı ona. Belki de mahallelinin en varlıklısıydı. Kimse bilemezdi.

Sabahın kör saatinde Selami fırından iki simit almıştı. Kamuran'a uzattı tekini. Buna karşılık Kamuran'ın elinde evinde yaptığı filtre kahve hep tek kişilikti. Fazlasına dirayeti yoktu. Kendine kadardı o, sınırlarının içine kimseyi kabul etmezdi. Selami bilirdi bunu. Bakışlarını kahvenin rengini koyulaştırdığı karton bardağa doğrulttu. "Eskimiş." dedi. Kamuran Selami'nin uzattığı simide baktı. İyi kızarmış susamların döküldü dökülecek haline içlendi. "Canım istemiyor bu sabah." dedi. Selami üstelemedi. Çantasından sigara çıkaracaktı bu sabah Kamuran. 

Kamuran'ın çantası gizler yuvasıydı bu mahallede. Ne bulunmazdı ki o çantada?.. Bu sabah da sigara çıktı ilkin çelikten fermuarın cızırtısı eşliğinde. "Senden başka bilen kimse yok değil mi çantanda ne var?.." Kamuran'ın dudakları dumanını üfleyen vapur bacalarına döndü; "Kimse bilmez. Yüklü kitaplarım, türlü kokularım var. Hiç yoksa sigaram, kalemim, bilgisayarım... İçini açmaya kimse yeltenmez. Fakat dün akşam bir devrim oldu. Geldi, kuşattı ve ne var ne yoksa öğrendi." 

"Ee, Kamuran abla, sen izin vermezsin normalde. N'oldu da teslim oldun?" Kamuran güldü. Nefesi miydi boğazından taşan, dumanı mıydı, külü müydü, alevi miydi hiç bilinmedi. "Yine bir yoldaydım muhtar, durdurdu beni, yanlış taraftan gidiyorsun Kamuran hanım, dedi. Kaşlarını yay gibi gerdi. Bir kahve içelim dedik. Oturduk konuştuk uzun uzun. Hem geçmişten hem gelecekten bahsettik ama bugünü hiç mevzu etmedik. Sonra gözleri çantaya ilişti. Senin gibi... İçinde ne olduğunu sordu. Başta gözlerimi devirdim. Kaçacak oldum. Denizler dalgalandı, köpürdü önce. Tüm mürettebat birden küreklere asıldı, manevra alanı aradık, bulamadık. Kaçamadık Selami muhtar. Göster bakalım çantanda ne var? deyiverdi. Mahremiyet hak getire. Tüm sular selamete erdi. Telaşlı ordular silahların ablukasını parmaklarımdan çekti. Ben de açtım çantayı, ne yapayım. Çantamda kimsenin bilmediği ne'm varsa hepsini öğrendi."

4 Ocak 2022 Salı

Kuşatma

Şimdilerde yalnız başına kalacağı bir otel odası arıyordu. Bu defa tek başına. Ne Mihenk ne Sevgi ne de başka biri... Kimsenin olmadığı bir odadan İstanbul'un tarihi manzarasını seyrederek şarabını yudumlayacak, peynirinden tırtıklayacaktı. Hatta kafası güzelleşirse biraz yazardı, ama en güzeli Sevgi'nin bir an için terlikleriyle çıkıp gelmesi olurdu. Kapıyı usulca kapatıp bardaktan bir yudum alırdı. Yan tarafa geçer otururdu sessizce belki de karşı tarafa... Sevgi sessizlikten sıkılır. Muhabbet edecek gücü yoksa bile fonda bir müzik olsun ister. Zaten gelse ya o Yalnız'ı kuşatırdı ya öteki Sevgi'yi ablukaya alırdı. Belki yalnız başka hiçbir şeye gerek olmadan sevgi tarafından kuşatılmalıydı. Sevgi de yalnız ellerine emanet etmeli sessiz sevdasını. Kendinden köşe bucak saklanmadan, sonunda zuhur eden bakışların usul dokunuşlarıyla sevmeli. Kendini cennetten sürer gibi koşmadan, kuşatmanın, kuşatılmanın tadını çıkarmalı sürgün ruhlar...

"Arkadaşlarım soruyor seni. Geçiştiriyorum. Seni kendime saklıyorum. Eskileri dinliyorum bugünlerde. Yine geceler ağır olacak sabaha kadar, diyor Nükhet Duru. Zaman nazar boncuklarını tenime asıyor sen yokken. Yanımda salkım saçak üzümler... Bu sefer otelin mobilyaları kahverengi ahşaptan. Manzarası da var. Duvarları mavili beyazlı..."

Uzaklarda olsa da hep yanı başında Sevgi. Bir yerlerden çıkıp erişiyor, içine gelip yerleşiyor. Mağrur kamutanı o bu kuşatılmış kentin. Kuşatmayı kaldıracağı zamana dek teslim olmayacak yalnız. Yalnızdı, itilmiş, kakılmış, satılmış ve nihayet artık kuşatılmıştı. Kente yürüyen orduların başına geçti şimdi. Yalnız nerede başlıyor Sevgi nerede bitiyor anlamakta zorlanıyor. İzleyen kim, isteyen kim, duran kim, susan kim, konuşan kim, heyecanı göğüs kafesinden taşan hangisi anlamıyor. Şimdi kuşatmadan kaçamayacak. Kuşatılmış tüm kentler gibi ağır ağır...

"Belki bir savaş bu aramızda cereyan eden rüzgar. Ve Sevgi kalbinde vurulan köslerin ürküntüsü ile göğüs geçiriyor."

Teslim ol.
4 Ocak 2090 Çarşamba
Üsküdar İstanbul

Sevgi zaferinden emin gülümsemesiyle kapıda belirdi.

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...