29 Ağustos 2022 Pazartesi

Hep Sonra...

Resim:
John Collier

Şu içi boş sözler... İnsanı aldatan yan gülüşler... Yarım. Yalan bakışlar... Hepsini topla. Bir torbada biriktir. Al yanına. Al. Sonra git. Anlaşılmayan değersiz. Cehalet. Verdiği küstahlık. Şu kendinden emin hükümranlık. Oyun. Susayım isterdin. Sessizce gözlemleyeyim. İsterdin. En müphem arzun gözleriyle derinliklerine inen insanların haklarını ihlal etmek. Şu senin kendine has alaycılığın... Hep vasat. Hatta vasatın altında kalan hallerin. İlkel doğruların. Hep sonra. Bekliyorum. Hep sonra. Beklemekle geçiremediğim. Onaramadığım sahtelik. Hep vasat. Bir kuyudan çıkar gelirim. Yanına. Sırtım balçıkla sıvalı. Ensemden sarkan saçlarım dansına eşlik etmek için ödevlerle yüklü tarçın hammal. Ben hayır diye haykırmak isterim. Sen. Sesimi kısmak istersin. 

Lilith ben. Tanıdın mı beni? Hani şu uzakların uzağı. O uzun sonu belirsiz tünelin ucundaki ışık olayım istersin. Sen. Ama gölgelerle birlikte şarkılar tuttururum. Ben. Keskin virajlarda seni alt ederim. Bir ağacın puslu gövdesine yanaşır oturursak eğer altına... Ben bağdaş kurarım. Sen. Uzanır. Yanına davet edersin. Başımı omzuna koymam. Ben. Ancak. Uzağına ilişirim. Hem yakın hep uzak... Doğamla yüzleşmek canını sıktıkça girdap olur şiddetlenirsin. Sen. Ne bulursa kendine katansın. Aldanırım. Sanırsın ki. Aldatırsın hep. Dersin ki; ağaçlarla konuşurum sık sık. Ben derim ki; onlar dallanır. Tüm evrene yayılmağa açılır. Ağaçla bir olup evrene yayılmak istersin. Sen. Ben yılanlarla deri değiştirmeğe dururum. İlk defa gözlerim yüzünle buluşur. Son defa başımı omzuna koymağa direnirim. İlk defa otlarla nefesleniriz. Son defa duman olur yapraklardan havaya karışırız. Şimdi. Ben. Doğadan topladığım özlerle yoluma devam ediyorum. Artık. Sen. Burada değilsin. 

Hep sonra... 

Beklemem ki... 

İsyanıma hak veresin...

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Neden Sonra?..

Çizim: Burak Cem Erçel
Bir vakit gelir gözlerimi çekerim gözlerinden. Seni sen eden her ne varsa gördüğümden. Bir vakit gelir susarım tüm yanıtların azat olduğunu anlamadan sen. Gülerim. Süslü dünyanın yanıltıcılığına. 

Sen ki en sarı güneştin, masmavi göklerde beyaz bulutların pırıltılı tacı idin. Sen ki onulmaz yaraların müsebbibi, gönül telini hoyrat pençeleriyle çalabilen bir darbuka üstadı. Sen ki dost. Sırdaş. Sen ki yoldaş.

Hasta gönüllerin ilacı. Ölüm fermanlarını şefkatli ellerinde eriten yegane şahsiyet. Sen ki... Büyüsüne kapıldığımda dünyayı cennetten bahçeye, ırmakları bal ve şarap membaına çeviren büyücüydün. 

Bitmemiş ezgilerin sönmeyen alevi. Dumanı tüten ocağın kapkara bacasısın şimdi. Tıkanmaya durduğunda elleri dünyanın kirine bulaşan koca karılar temizler seni. 

Şimdi sen. Yani neden sonra?.. Sen. Geceye ayaklarını basan son trenle mücadelesinden kaçan bir korkak. Bir katil. Bir cellat baltasısın. Sen. Son kurşunu intihar diye dostuna sıkan. Sen. Yol senin. Varlık sen... Yokluk sen. Angarya sen. En elzem güfte sen. Aşk sen. Yürek sen. Uyku sen. Uyanış sen. 

Bu gözler artık bana ait değil. O gövde bundan böyle sen değilsin. Gün var ki ellerin lavanta kokardı. Gün var ki parmakların gübre olurdu ruha. Şimdi. Kapkara kir. Ağzın. Ferman kesilmiş doluyor kulaklarıma. Sözlerin. Delici oklar gibi içinden geçiyor ne bulursa. 

Şimdi. Konuş. Sen konuş. Onlar konuşsun. Konuşun. Bitmesin sözleriniz. Leblebileriniz. Hakikatle aranıza demirden perdeler geren sözleriniz. Bitmesin. Cümle karanlığınız sönmesin bu yanan ateşin ortasında. Kaybolun oynadığınız oyunda. Siz ki. Yakınım hepinize. Dokunacak kadar tek sözümle. Oysa ne gerek var sizi düşlerinizden düşürmeye. 

Neden sonra?.. Susarım. 
Suskunluğun içinden yanıt devşirebilenlere... 

19 Ağustos 2022 Cuma

Dokunuşun Dramaturjisi: Arabada Kim Var?

Bir masa kaç farklı ele, yaşama, paraya, objeye tanıklık edebilir? Kaç yaşam kaç sokaktan geçen eski püskü bir arabaya sığabilir? Kaç arabaya sığabilir? Bir dostluk hangi apartman kapısının sınırında filizlenebilir? Bir araba kaç yaşama ev sahipliği edebilir? Kaçının yuvası olabilir? "bromance" soruyor tüm bunları. Belki sorduruyor seyircisine.

Bir şeyleri dönüştürmek her zaman mümkün. Dokunuşun dramaturjisi seyircisini arabadaki adamla tanıştırıyor.  

Yapım 140 Journos'un YouTube içeriklerinden seyredilebilir. Bu yazıda Şafak Egemen Öztürk'ün yönetiminde çekilen bu kısa metrajlı film birkaç kare üzerinden değerlendirilecektir. 

Genç yönetmenin açılış sahnesindeki tercihi dikkat çekici. Birbirinden farklı insan elleri karşılıyor seyirciyi. Bir masaya bırakılan çeşitli materyaller göze çarpıyor. En dikkat çekeni ise masanın üzerinde duran 50 Türk Lirası. Anlatının devamında bizi bekleyen Ömer Ceylan ve Samet Çağrı Işık arasında cereyan eden dostluk, öteki adıyla 'bromance' ile oldukça ilintili bir ayrıntı. Yaşamda kalma mücadelesi arasında birbirini bulan iki kişinin muhatabını bu keşmekeşten kurtaracak dokunuşlar yapması olarak özetlenebilir tüm öykü. 

Dokunuş... Rüzgar gibi. Umut gibi. Dost gibi. Şefkat gibi. Anne gibi. Kucaklayan dokunuşlar. Kazmayı küreği yaktıran mart ayazına teslim edilmemiş begonviller. Bir elinde fırından taze çıkmış ekmekle tutar naylon poşetten, diğer eli bir mazlumun mabedinde. Kapısındadır. Merakla diker gözlerini içeriye. "Acaba iyi mi?" "İçeride mi? Dışarıda mı? Montu sırtında mı?" Güvenli ve kilitli kapıların ardında olabilmesi için bir dostun ellerine dokunmak... 

Paramparça yaşamları, lime lime edilmiş duyguları ve unutulmuşlukları top yekun alır da gidersen nereye kabul ederler sırtındaki onca yükle? Gel şimdi. Ay dede yıldızlı kara yorganını üzerimize örte dursun...  Gel de seninle ışıkları içimizi ısıtan şu sokakta yürüyelim yan yana. Söyleşiriz biraz. Gölgeleriyle katılır bize ağaçlar. Bugün neler yaptığımızdan bahsederiz. Dallarına dokunur birer meyve düşürürüz. Bu gece nevalemiz doğadan... 

Dokunuşun Dramaturjisi

Işığı ile kamera açıları ile söylemleri ile büsbütün bir dokunuşun dramatujisini kuruyor Şafak Egemen. Açılış sahnesinin hemen ardından gelen kontağı çevrilmiş bu aracın ışıkları hiç yumuşak değil. Filmin kalanında tercih edilen ışıktan çok farklı. Yine sarı. Ancak bu defa çok kuvvetli ve göz alıcı. İçeride kimin olduğunu merak ettirir cinsten hatta. Arka çaprazındaki arabanın da ışıkları yanmaktadır bu sırada. Plaka okunmaz haldedir. Araç hangi numara ve harf kombinasyonları ile kayıtlıdır? Nereye aittir? Bilinmez.

Arka Koltukta Kim Var?
Yollara söylenmiş şiirler bilir mi adı giz dünyasına yazılmış yolcular? Dumanı salınan sigarasıyla hangi türküyü yakar barınacak bir oda dahi bulamayan emektarlar? İtilmişliğin aralık kapılar arasından sızan kokusunu soluyorum. Camiiden akan sıcak suyla yıkanmış, ütülenmeden düzlenmiş gömlek ve sabun kokuyor. Yumuşatıcı yok. Askılara asılmış bekliyorlar. Gazete kağıtları hiç olmadığı kadar işlevsel burada. Arka koltuktasın şimdi sen. Tek başına. Yaralarına ellerini dokunmaktan imtina eden insanlar geçiyor sokaktan. Farkına varamadan daha senin. Dumanın vuruyor suratlarına. Saçlarına siniyor elindeki sigaranın kıvrımlı kokusu... Oysa onların hem gözleri hem kulakları var. 

Zamanla Bırakmayanlara;
Sen bana bakmıyorsun. Ben ardındayım senin bro... Tam ardındayım. "Karşımdasın işte" Bro... "Bana bakmasan da oradasın..." Demir kapıyı az sonra kapatacağım ancak şimdilik; "...görüyorum seni." Bro... Ayrılık vakti geldi çoktan. Daha ne kadar arabadayım... Ben... Ömer ağabeyin... Ayda 500 belki üç ayda 750 lira ile buradayım. Sevgili Samet, önemli olan zamana bırakmak mı zamanla bırakmamak mı? Söylesene bro, zamanla bırakılmayan ne var yaşamlarımızda?  

Kışa kadar Ömer ağabey. Kış geldiğinde bir yatak daha, bir tabak daha, bir bro daha... Bu çatı ikimize yetmez mi Ömer ağabey? Ben eve gelirken taze sıcak ekmek alırım. Sen iş bulana kadar evde yemek yaparsın. Yine köpekleri dolaştırmaya çıkarız. Bu defa ikimiz de aynı kapıyı kapatırız. Arabayı satalım ağabey. Arabayı satıp mangala gidelim. Aşk acısı çekecek olursam ilk sana dökeyim derdimi. Yoldaşım olursun. Yalnızlığı pay ederiz seninle. Olur de' mi?

XXI. yy insanların birbirine kayıtsızlığının ayyuka çıktığı bir çağ mı? Yoksa bu kısa metrajlı filmde anlatılan hiç yaşanmadı mı? Gerçekliği kağıt kesiği gibi hissettiren yönetmen çağımızın en büyük sorunlarından biri olan kayıtsızlığı, barınma ihtiyacı üzerinden okuyor. Tüm bu dramatik yapının çözüm önerisi ise kendi içinde. Şefkatle, ilgiyle, dostça kucaklamak dara düşeni. El uzatmak. Şifalandıracak bir sine bulunduğunda bundan geri durmamak. İnsanlığın yitirilen erdemleriyle beraber her şeyi bir kenara bırakıp yalnızca ufacık bir dokunuşta bulunmak. 

Bir şeyler dönüştü. Dokunuşun dramaturjisi seyircisini arabadaki adamla tanıştırdı.  

18 Ağustos 2022 Perşembe

Daha sonra...

Benden uzaklarda bir şeyler oluyor. Her defasında yenilenen bir yıkılışın öyküsü bu. Gözlerime geliyor geçmiş ve onun güzel enstantaneleri. Gözlerimden taşıyor. Sevginin onulmaz yaraları. Bir dert çöküyor. Bir pus sarıyor yaralarımı. Bu sabah kahvaltıda insan füme var. Param buna yetiyor anca. Başarısızlıklar. Düşmeler. En derinlerde seyreden her şeyimle karşındayken de beni sevebilir misin? Sevemedin. Çöküşüme gözlerini dikip öylece seyrettin. Kovdun evinden. Mabedinde bir gece korundum. Güvende olmak haddime değildi. Hatalıydım. Gözlerine geliyor mu? İçinden çıkamadığımı gördüğün sorunlarım. Yalnız bırakıp gittiğin zamanları anımsa. Sözlerinin cüretkarlığını gör. Kaybedersin beni. Biliyorsun ki uçmaya hazırdır kanatlarım. Ardından dönüp baktığında rüzgarın okşadığı tüylerime. Sonsuz huzurun beni kucakladığı ışıltılı ölüme. Herkes artık hak ettiği yerde. Herkes her an hak ettikleriyle. Kıymetini bildikleriyle. Söz gelimi işine geldiği kadar tutarsın yanında birini sen. Sonra. Bakarsın ki yaramıyor daha fazla. Görmezden gelirsin. Ona dair her şeyi. Ben yapmadım ki dersin. Ben bırakmadım ellerini. Ben yalnızlığına, açlığına, susuzluğuna, kimsesizliğine sebep olmadım. 

Sen hiçbir şey yapmadın. Tacizcilerle el sıkışmadın. Gözlerimin önünde kimseyle nispet yapmadın. Ben görmedim seni. Hiç tanımadım. Tanımadım. 

16 Ağustos 2022 Salı

Sonra...

Bir tüy olmak isterdim. Serçenin özgürlüğe açılan kahveli sarılı kanatlarında. Semayla karışırdım. Gözlerin mavi olurdu. O zaman. Güneşle doğar. Bulutlarla dönerdim. Giderdim. Buradan. Peşimden sapanla koşan çocuklar olurdu. Ben aldırmaz. Uçmaya devam ederdim. Sen söverdin. Uçurtmalarla dost olurduk. Ta ki zincirleri kırılana kadar. Çay tabağında biriken sigara küllerini yutarsan uğrardın bir kutu Marlboro'ya. Sen bir serçe olurdun. Kanadı kırılsa da umutla dans etmeye devam eden. Gökyüzünün sınırlarını aşmaya çalışır. Belki termosferden uzaya açılırdık. Ölürdük. Dirilirdik. Yeniden denerdik. Uçardık. Düşerdik. Kanardık. Susardık. Nefeslenirdik palmiyelerde. Islanırdık yağmurda. En kıyak sahilde cehennem kumlarına basar kurulanırdık. Arabaların camlarına, insanların kafalarına beyaz öpücükler kondururduk. Çatılarda uyuklar. Pencere önü saksılarında nevale arardık. Biz. Özgürlük Heykeli'ne konar... Her sabah aynı saatte işe gidenleri seyrederdik. Seninle. Ben. Kiminle? Sen. Nerede? Kimlerle? Bir vakit. Ihlamurlar çiçek açarsa. Yani belki. Ya da sarı mimozalar lavanta morunda açarsa. İşte o zaman. Biz. Seninle. Gezerdik. Ülke ülke. Bakardık. Suret suret. Konardık. Omuz omuz. Düşerdik. Sapan sapan. Uçardık. Çığlık çığlık. Yerleşirdik. Bahçe bahçe. Açardık. Çiçek çiçek. Göçerdik. Sonra...

3 Ağustos 2022 Çarşamba

O Gün

İstasyondaydı Ankara kalesi

İstasyondaydı tepeleri buz, tepeleri kar

Etekleri Cumhuriyet kentin dağları

Yıldızları alnına çakılmış o koca dağda

Kahve çekirdekleri kaynadı

Buharı uçtu, kahve taştı

Yamaçlarda bir cezve kahve

Er pişti

Buzları eridi

"Geri çekilin"

Kale burçlarında tek piyade kalmasın

Kahve kaynasın

Er kahvesidir

İçsin

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...