27 Aralık 2022 Salı

Hiçkimse Bitişik Yazılır Ya Da Artık Eskisi Kadar Sevmiyorum Seni

herkes hiçkimsedir. 

hiçkimse de herkestir. 

hepimiz birimiz. 

birimiz de hepimizdir. 

herkes vardır. 

hiçkimse yoktur. 

o zaman ne sen varsın ne de ben sende varım. 

o zaman kalplerimiz de birleşmedi hiç. 

kesişti yolun bir dönemecinde. 

bir uçurumun kıyısında. 

atlamak istedik ama cesaretini kimse toplayamadı, 

hiçkimseliğinden. 

şimdi sen hisli korkak bir savaşçı mısın? 

sen oradasın. 

ben buradayım. 

herkes şurada-burada-orada. 

herkes her yerdeyse sen de ben de şuradayız. 

o halde toparlan gel. 

ama nereye? 

gidelim. 

ama hangi şuraya? 

görelim ama hangi herkesi? 

ölelim ama önce dirilelim.

20 Aralık 2022 Salı

İstasyonla Beş Çayı Yapan Yolcu

İstasyonlara ev sahipliği yapan trenler gibiyim bugün, geliyor ve gidiyorum. Kimi geliyor. Kimi gidiyor. Biri geliyor. Biri gidiyor. Çay demliyorum. Limon damlatıyorum bardağıma. İçiyorum. Midem ekşiyor. Midem bulanıyor. Sabah da kahveyi fazla kaçırmıştım. Gastritim azıyor böyle anlarda. Üşüyorum. Sıkıntıdan mı? Kızgınlıktan mı? Bornozumu giydim. Isınırım belki. Her şeyi kırıp dökesim var. Hırsımı alacak bir şey bulamıyorum. Müzik dinliyorum. Serseri dalgalarımın vurduğu kayalıklar şimdi notalar. Hınçlandığımda sana, sularım dalga kıranda bekleşen herkesi yutacak gibi yükseliyor. Onları yutmak da var bu işin ucunda söyleşip durulmak da. Ama hangisi?



Duydum, Saçını Süpürge Etmişsin

seviyorum seni

ama numaranı kaydetmedim

özlüyorum çok

ama aramam şimdi kim ne derse desin

iki sokak ötedesin

ben koşmam yanına

yüreğimde kuyular kazan işçiler var bu gece

çıkıp gelmem ben ocağına

toz toprak dökerim

24 Eylül 2022 Cumartesi

En Sonra... Yaşam'a Dokunmak

Konuşacak kimsesi olmayan bir kimse eğer konuşacak birini aramaya başlarsa onun yanına yaklaşırım. Hele ki bunu hak ettiğini düşünmüşse. Usulca derim ona benim de başım çok ağrıyor. Sanırım ikimiz de yalnızız. Yarın vertigo atağım da tutar. Yaşamaktan da insanlardan da nefret ediyorum. Sonra yalnız olduğunu düşünen kişi kalkar ahkam kesmeye koyulur. Umutlar vardır der. Reklamların, dizilerin, toplumu sömüren şirketlerin sattığı rüyalardan bahseder. Her gün yeni bir umut ya hani... Göster ben de göreyim şu umut dediğin yenilir miymiş, içilir miymiş? Bazı insanlar harikalar. Umutlarını yitirmeyenler, insanlara umut satanlar, reklamcılar, metin yazarları, devrim liderleri, Atatürk mesela... Bu nasıl bir inanç?.. Bu insanlar gibi olamadığımı fark etmem çok uzun sürmedi elbette. Kendimi sıfır noktasında belki daha aşağıda bulduğumdan belki. Çocukluğumda da oyun oynamaktan kaçardım. Her defasında hasta rolünü ben alırdım. Gençliğimin bir döneminde yaşamın bu soğuk ve görünmez duvarlarını aşmak için geliştirdiğim savunma mekanizmalarım vardı. Bir dönem şefkat gösterdim her şeye. Cansız varlıklara, doğaya, hayvanlara. Ama gelgelelim konu insan olduğunda inat, intikam gibi duygular yaşama dokunmamda ya da onun bana dokunmasında katalizör görevi görüyordu. Hiç bir şey yoksa güç alacak bir dayanak noktası bulurdum kendime. Ancak... Artık yok. Umut duygusu bu köhnemiş dünya için fazla beyaz, fazla saf, fazla uhrevi... Her şeyi yitirdiğim gibi onu da bu oyunun başında kaybetmiştim zaten ben. Şimdi uğruna direnç göstereceğim hiçbir şeyim kalmadı elimde. anlamını yitirdi dünya. Renkler de yok olup terk ettiler beni. Ki onlardan başka avuçlarımı boyayacağım bir şeyim yoktu ellerimde. Eskiden hiç bir şeyim yoksa siyahlarım ve beyazlarım olurdu. Şimdi yalnızca griler var. Gözlerim başka renk görmüyor. Kurşuni bir gri yalnızca... Beyaz yoksa umut yoktur. Seçkinlerin allayıp pullayıp satamadığı şeylerin rengi beyaz değildir. Siyah yoksa günah yoktur. Şeytan ve günah hatta günah keçileri hep siyahtır. Oysa gri... Sonsuzluğun belirsizliğine işleyen o en güzel renk her yeri kuşattığında ölümün gurup vakti gelmiştir. 

Yalnız'dan Yaşam'a...

29 Ağustos 2022 Pazartesi

Hep Sonra...

Resim:
John Collier

Şu içi boş sözler... İnsanı aldatan yan gülüşler... Yarım. Yalan bakışlar... Hepsini topla. Bir torbada biriktir. Al yanına. Al. Sonra git. Anlaşılmayan değersiz. Cehalet. Verdiği küstahlık. Şu kendinden emin hükümranlık. Oyun. Susayım isterdin. Sessizce gözlemleyeyim. İsterdin. En müphem arzun gözleriyle derinliklerine inen insanların haklarını ihlal etmek. Şu senin kendine has alaycılığın... Hep vasat. Hatta vasatın altında kalan hallerin. İlkel doğruların. Hep sonra. Bekliyorum. Hep sonra. Beklemekle geçiremediğim. Onaramadığım sahtelik. Hep vasat. Bir kuyudan çıkar gelirim. Yanına. Sırtım balçıkla sıvalı. Ensemden sarkan saçlarım dansına eşlik etmek için ödevlerle yüklü tarçın hammal. Ben hayır diye haykırmak isterim. Sen. Sesimi kısmak istersin. 

Lilith ben. Tanıdın mı beni? Hani şu uzakların uzağı. O uzun sonu belirsiz tünelin ucundaki ışık olayım istersin. Sen. Ama gölgelerle birlikte şarkılar tuttururum. Ben. Keskin virajlarda seni alt ederim. Bir ağacın puslu gövdesine yanaşır oturursak eğer altına... Ben bağdaş kurarım. Sen. Uzanır. Yanına davet edersin. Başımı omzuna koymam. Ben. Ancak. Uzağına ilişirim. Hem yakın hep uzak... Doğamla yüzleşmek canını sıktıkça girdap olur şiddetlenirsin. Sen. Ne bulursa kendine katansın. Aldanırım. Sanırsın ki. Aldatırsın hep. Dersin ki; ağaçlarla konuşurum sık sık. Ben derim ki; onlar dallanır. Tüm evrene yayılmağa açılır. Ağaçla bir olup evrene yayılmak istersin. Sen. Ben yılanlarla deri değiştirmeğe dururum. İlk defa gözlerim yüzünle buluşur. Son defa başımı omzuna koymağa direnirim. İlk defa otlarla nefesleniriz. Son defa duman olur yapraklardan havaya karışırız. Şimdi. Ben. Doğadan topladığım özlerle yoluma devam ediyorum. Artık. Sen. Burada değilsin. 

Hep sonra... 

Beklemem ki... 

İsyanıma hak veresin...

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Neden Sonra?..

Çizim: Burak Cem Erçel
Bir vakit gelir gözlerimi çekerim gözlerinden. Seni sen eden her ne varsa gördüğümden. Bir vakit gelir susarım tüm yanıtların azat olduğunu anlamadan sen. Gülerim. Süslü dünyanın yanıltıcılığına. 

Sen ki en sarı güneştin, masmavi göklerde beyaz bulutların pırıltılı tacı idin. Sen ki onulmaz yaraların müsebbibi, gönül telini hoyrat pençeleriyle çalabilen bir darbuka üstadı. Sen ki dost. Sırdaş. Sen ki yoldaş.

Hasta gönüllerin ilacı. Ölüm fermanlarını şefkatli ellerinde eriten yegane şahsiyet. Sen ki... Büyüsüne kapıldığımda dünyayı cennetten bahçeye, ırmakları bal ve şarap membaına çeviren büyücüydün. 

Bitmemiş ezgilerin sönmeyen alevi. Dumanı tüten ocağın kapkara bacasısın şimdi. Tıkanmaya durduğunda elleri dünyanın kirine bulaşan koca karılar temizler seni. 

Şimdi sen. Yani neden sonra?.. Sen. Geceye ayaklarını basan son trenle mücadelesinden kaçan bir korkak. Bir katil. Bir cellat baltasısın. Sen. Son kurşunu intihar diye dostuna sıkan. Sen. Yol senin. Varlık sen... Yokluk sen. Angarya sen. En elzem güfte sen. Aşk sen. Yürek sen. Uyku sen. Uyanış sen. 

Bu gözler artık bana ait değil. O gövde bundan böyle sen değilsin. Gün var ki ellerin lavanta kokardı. Gün var ki parmakların gübre olurdu ruha. Şimdi. Kapkara kir. Ağzın. Ferman kesilmiş doluyor kulaklarıma. Sözlerin. Delici oklar gibi içinden geçiyor ne bulursa. 

Şimdi. Konuş. Sen konuş. Onlar konuşsun. Konuşun. Bitmesin sözleriniz. Leblebileriniz. Hakikatle aranıza demirden perdeler geren sözleriniz. Bitmesin. Cümle karanlığınız sönmesin bu yanan ateşin ortasında. Kaybolun oynadığınız oyunda. Siz ki. Yakınım hepinize. Dokunacak kadar tek sözümle. Oysa ne gerek var sizi düşlerinizden düşürmeye. 

Neden sonra?.. Susarım. 
Suskunluğun içinden yanıt devşirebilenlere... 

19 Ağustos 2022 Cuma

Dokunuşun Dramaturjisi: Arabada Kim Var?

Bir masa kaç farklı ele, yaşama, paraya, objeye tanıklık edebilir? Kaç yaşam kaç sokaktan geçen eski püskü bir arabaya sığabilir? Kaç arabaya sığabilir? Bir dostluk hangi apartman kapısının sınırında filizlenebilir? Bir araba kaç yaşama ev sahipliği edebilir? Kaçının yuvası olabilir? "bromance" soruyor tüm bunları. Belki sorduruyor seyircisine.

Bir şeyleri dönüştürmek her zaman mümkün. Dokunuşun dramaturjisi seyircisini arabadaki adamla tanıştırıyor.  

Yapım 140 Journos'un YouTube içeriklerinden seyredilebilir. Bu yazıda Şafak Egemen Öztürk'ün yönetiminde çekilen bu kısa metrajlı film birkaç kare üzerinden değerlendirilecektir. 

Genç yönetmenin açılış sahnesindeki tercihi dikkat çekici. Birbirinden farklı insan elleri karşılıyor seyirciyi. Bir masaya bırakılan çeşitli materyaller göze çarpıyor. En dikkat çekeni ise masanın üzerinde duran 50 Türk Lirası. Anlatının devamında bizi bekleyen Ömer Ceylan ve Samet Çağrı Işık arasında cereyan eden dostluk, öteki adıyla 'bromance' ile oldukça ilintili bir ayrıntı. Yaşamda kalma mücadelesi arasında birbirini bulan iki kişinin muhatabını bu keşmekeşten kurtaracak dokunuşlar yapması olarak özetlenebilir tüm öykü. 

Dokunuş... Rüzgar gibi. Umut gibi. Dost gibi. Şefkat gibi. Anne gibi. Kucaklayan dokunuşlar. Kazmayı küreği yaktıran mart ayazına teslim edilmemiş begonviller. Bir elinde fırından taze çıkmış ekmekle tutar naylon poşetten, diğer eli bir mazlumun mabedinde. Kapısındadır. Merakla diker gözlerini içeriye. "Acaba iyi mi?" "İçeride mi? Dışarıda mı? Montu sırtında mı?" Güvenli ve kilitli kapıların ardında olabilmesi için bir dostun ellerine dokunmak... 

Paramparça yaşamları, lime lime edilmiş duyguları ve unutulmuşlukları top yekun alır da gidersen nereye kabul ederler sırtındaki onca yükle? Gel şimdi. Ay dede yıldızlı kara yorganını üzerimize örte dursun...  Gel de seninle ışıkları içimizi ısıtan şu sokakta yürüyelim yan yana. Söyleşiriz biraz. Gölgeleriyle katılır bize ağaçlar. Bugün neler yaptığımızdan bahsederiz. Dallarına dokunur birer meyve düşürürüz. Bu gece nevalemiz doğadan... 

Dokunuşun Dramaturjisi

Işığı ile kamera açıları ile söylemleri ile büsbütün bir dokunuşun dramatujisini kuruyor Şafak Egemen. Açılış sahnesinin hemen ardından gelen kontağı çevrilmiş bu aracın ışıkları hiç yumuşak değil. Filmin kalanında tercih edilen ışıktan çok farklı. Yine sarı. Ancak bu defa çok kuvvetli ve göz alıcı. İçeride kimin olduğunu merak ettirir cinsten hatta. Arka çaprazındaki arabanın da ışıkları yanmaktadır bu sırada. Plaka okunmaz haldedir. Araç hangi numara ve harf kombinasyonları ile kayıtlıdır? Nereye aittir? Bilinmez.

Arka Koltukta Kim Var?
Yollara söylenmiş şiirler bilir mi adı giz dünyasına yazılmış yolcular? Dumanı salınan sigarasıyla hangi türküyü yakar barınacak bir oda dahi bulamayan emektarlar? İtilmişliğin aralık kapılar arasından sızan kokusunu soluyorum. Camiiden akan sıcak suyla yıkanmış, ütülenmeden düzlenmiş gömlek ve sabun kokuyor. Yumuşatıcı yok. Askılara asılmış bekliyorlar. Gazete kağıtları hiç olmadığı kadar işlevsel burada. Arka koltuktasın şimdi sen. Tek başına. Yaralarına ellerini dokunmaktan imtina eden insanlar geçiyor sokaktan. Farkına varamadan daha senin. Dumanın vuruyor suratlarına. Saçlarına siniyor elindeki sigaranın kıvrımlı kokusu... Oysa onların hem gözleri hem kulakları var. 

Zamanla Bırakmayanlara;
Sen bana bakmıyorsun. Ben ardındayım senin bro... Tam ardındayım. "Karşımdasın işte" Bro... "Bana bakmasan da oradasın..." Demir kapıyı az sonra kapatacağım ancak şimdilik; "...görüyorum seni." Bro... Ayrılık vakti geldi çoktan. Daha ne kadar arabadayım... Ben... Ömer ağabeyin... Ayda 500 belki üç ayda 750 lira ile buradayım. Sevgili Samet, önemli olan zamana bırakmak mı zamanla bırakmamak mı? Söylesene bro, zamanla bırakılmayan ne var yaşamlarımızda?  

Kışa kadar Ömer ağabey. Kış geldiğinde bir yatak daha, bir tabak daha, bir bro daha... Bu çatı ikimize yetmez mi Ömer ağabey? Ben eve gelirken taze sıcak ekmek alırım. Sen iş bulana kadar evde yemek yaparsın. Yine köpekleri dolaştırmaya çıkarız. Bu defa ikimiz de aynı kapıyı kapatırız. Arabayı satalım ağabey. Arabayı satıp mangala gidelim. Aşk acısı çekecek olursam ilk sana dökeyim derdimi. Yoldaşım olursun. Yalnızlığı pay ederiz seninle. Olur de' mi?

XXI. yy insanların birbirine kayıtsızlığının ayyuka çıktığı bir çağ mı? Yoksa bu kısa metrajlı filmde anlatılan hiç yaşanmadı mı? Gerçekliği kağıt kesiği gibi hissettiren yönetmen çağımızın en büyük sorunlarından biri olan kayıtsızlığı, barınma ihtiyacı üzerinden okuyor. Tüm bu dramatik yapının çözüm önerisi ise kendi içinde. Şefkatle, ilgiyle, dostça kucaklamak dara düşeni. El uzatmak. Şifalandıracak bir sine bulunduğunda bundan geri durmamak. İnsanlığın yitirilen erdemleriyle beraber her şeyi bir kenara bırakıp yalnızca ufacık bir dokunuşta bulunmak. 

Bir şeyler dönüştü. Dokunuşun dramaturjisi seyircisini arabadaki adamla tanıştırdı.  

18 Ağustos 2022 Perşembe

Daha sonra...

Benden uzaklarda bir şeyler oluyor. Her defasında yenilenen bir yıkılışın öyküsü bu. Gözlerime geliyor geçmiş ve onun güzel enstantaneleri. Gözlerimden taşıyor. Sevginin onulmaz yaraları. Bir dert çöküyor. Bir pus sarıyor yaralarımı. Bu sabah kahvaltıda insan füme var. Param buna yetiyor anca. Başarısızlıklar. Düşmeler. En derinlerde seyreden her şeyimle karşındayken de beni sevebilir misin? Sevemedin. Çöküşüme gözlerini dikip öylece seyrettin. Kovdun evinden. Mabedinde bir gece korundum. Güvende olmak haddime değildi. Hatalıydım. Gözlerine geliyor mu? İçinden çıkamadığımı gördüğün sorunlarım. Yalnız bırakıp gittiğin zamanları anımsa. Sözlerinin cüretkarlığını gör. Kaybedersin beni. Biliyorsun ki uçmaya hazırdır kanatlarım. Ardından dönüp baktığında rüzgarın okşadığı tüylerime. Sonsuz huzurun beni kucakladığı ışıltılı ölüme. Herkes artık hak ettiği yerde. Herkes her an hak ettikleriyle. Kıymetini bildikleriyle. Söz gelimi işine geldiği kadar tutarsın yanında birini sen. Sonra. Bakarsın ki yaramıyor daha fazla. Görmezden gelirsin. Ona dair her şeyi. Ben yapmadım ki dersin. Ben bırakmadım ellerini. Ben yalnızlığına, açlığına, susuzluğuna, kimsesizliğine sebep olmadım. 

Sen hiçbir şey yapmadın. Tacizcilerle el sıkışmadın. Gözlerimin önünde kimseyle nispet yapmadın. Ben görmedim seni. Hiç tanımadım. Tanımadım. 

16 Ağustos 2022 Salı

Sonra...

Bir tüy olmak isterdim. Serçenin özgürlüğe açılan kahveli sarılı kanatlarında. Semayla karışırdım. Gözlerin mavi olurdu. O zaman. Güneşle doğar. Bulutlarla dönerdim. Giderdim. Buradan. Peşimden sapanla koşan çocuklar olurdu. Ben aldırmaz. Uçmaya devam ederdim. Sen söverdin. Uçurtmalarla dost olurduk. Ta ki zincirleri kırılana kadar. Çay tabağında biriken sigara küllerini yutarsan uğrardın bir kutu Marlboro'ya. Sen bir serçe olurdun. Kanadı kırılsa da umutla dans etmeye devam eden. Gökyüzünün sınırlarını aşmaya çalışır. Belki termosferden uzaya açılırdık. Ölürdük. Dirilirdik. Yeniden denerdik. Uçardık. Düşerdik. Kanardık. Susardık. Nefeslenirdik palmiyelerde. Islanırdık yağmurda. En kıyak sahilde cehennem kumlarına basar kurulanırdık. Arabaların camlarına, insanların kafalarına beyaz öpücükler kondururduk. Çatılarda uyuklar. Pencere önü saksılarında nevale arardık. Biz. Özgürlük Heykeli'ne konar... Her sabah aynı saatte işe gidenleri seyrederdik. Seninle. Ben. Kiminle? Sen. Nerede? Kimlerle? Bir vakit. Ihlamurlar çiçek açarsa. Yani belki. Ya da sarı mimozalar lavanta morunda açarsa. İşte o zaman. Biz. Seninle. Gezerdik. Ülke ülke. Bakardık. Suret suret. Konardık. Omuz omuz. Düşerdik. Sapan sapan. Uçardık. Çığlık çığlık. Yerleşirdik. Bahçe bahçe. Açardık. Çiçek çiçek. Göçerdik. Sonra...

3 Ağustos 2022 Çarşamba

O Gün

İstasyondaydı Ankara kalesi

İstasyondaydı tepeleri buz, tepeleri kar

Etekleri Cumhuriyet kentin dağları

Yıldızları alnına çakılmış o koca dağda

Kahve çekirdekleri kaynadı

Buharı uçtu, kahve taştı

Yamaçlarda bir cezve kahve

Er pişti

Buzları eridi

"Geri çekilin"

Kale burçlarında tek piyade kalmasın

Kahve kaynasın

Er kahvesidir

İçsin

7 Haziran 2022 Salı

Kayıp Kayık

 

Yalnız mavi Şile bezinden pantolonunu iki vuruş silkeledi. Getirdiğim eğri büğrü kalasları bitiştirmeye koyulduk. Kağıtlara yaptığı çizimleri gören topla tüfekle yeni bir savaşa katılacağımıza kanaat getirebilirdi. Ama Yalnız savaşmaz. Gözlerinde Haliç'in kadife suları köpürdü. Bakışlarına kızılca kan çöktü. Derin bir nefes aldı yalnız. "Gelmek zorunda değilsin." deyiverdi. Hani biz arkadaştık? Hani hep beraberdik biz... Yalnız matkabı kaptığı gibi iskelet için ilk delici dokunuşunu yaptı. Çivisi, matkabı, zımparası... Tırnaklarına talaş dolmaya başladı. Yalnız niçin bunu yaptığını asla söylemedi. Çekip gidecek oldum. Yardıma ihtiyacı vardı, biliyordum. En azından varlığımı hissetmenin ona iyi geleceğini biliyordum. 

Yalnız iskeletin kurulması bir haftayı buldu. Yalnız durmadan, dinlenmeden ay boyunca kayık için çalıştı. Kimseden gelen telefonları açmıyordu. Çalan zil dikkat dağıtmasın diye de özellikle kapatıyordu. Gövde iyiden iyiye biçimine kavuşunca elyafla kundakladı. Ahşap plağını getirip mıh gibi çaktı. "Kokuyu alıyor musun?" dedi. Benim aldığım tek koku onun tenine en çok yakışan iyot kokusu, yosun bulaşmış olmalı ama kıyısına. "Bak." dedi. Kağıthane Deresi'ne döndü yüzünü. Derin bir nefes daha aldı. "Duyuyor musun kokuyu?" Gözlerimi kapattım. Yalnız almıyordum koku. İyot kokusundan başka koku yoktu burada. Yalnız "Evet, kokmuyor." dedi. Alaylı gülümsemesiyle kayığın son işlerini bitirmeye koyuldu. 

Zımpara, macun, astar, macun, astar, macun, astar... Ma... "Sıkıldıysan gidebilirsin mahcup hissetme..." Cun... "İlgili değil gibisin çünkü..." As... "Asla gücenmem..." Tar... "Hangi tarafa döneceğim ilkin yüzümü biliyor musun?.." Kağıthane olduğunu düşünüyordum tabii... "Kağıthane'ye gidiyorum." O halde yolun açık olsun demekten başka ne düşerdi bana? Yalnız kayık ile açıldı o gün. Kağıthane'ye doğru... Yanına bir ağ aldı ve gitti hatta. "Ölü balık toplamaya." İmiş.. Ağı Kağıthane Deresi'ne çalacak imiş. Gitsin iki gözümün çiçeği. Nilüferler bıraksın ölü balıkların yerine. 

8 Mayıs 2022 Pazar

"Üflediler Söndüm"

"Yalnız hasretle sırladı yüzünü. Vedalar, hoşça kallar, kırık ve boş rakı şişeleri ardındaydı. Yalnız alnında, gerdanında yaldızlı taşlar vardı. Kök renk ile boyanırdı o. Olur da canı yanarsa onunla kuşanır da firar ederdi. Pür telaş yanaştım ona. Yalnız göl kıyısında Hızır'ı beklemeye gitmişti bu sabah. Hızır hangi surette gelirdi bu yıl Yalnız'a? Yalnız dalgın bakışlarını suda belirsiz bir noktaya sabitlemişti. Artık kendini dahi bilmezken ben onu nasıl bulabilirdim, bilebilirdim? Yalnız kayıptı artık. Kaybolmuştu bilmediği diyarlarda. Simasını bilmediği yolcuların sahte yoldaşlıklarında. O hakikati sever. Tenini, kulaklarını hoyrat pençeleriyle yırtıp kanatsa da hakikati duymak isterdi. Şimdi, o metanet ordusunun tek vücutta birleştiği abide vücut... Şimdi, tüm inançların, mitlerin, ordu generallerinin, koca kentlerin önünde diz çöktüğü tsunami ufacık bir göle boyun eğmiş medet diliyor.

Rahmet Usta çadırından bir battaniye çıkardı. Kamp ateşinin yakınındaki temiz şiltenin üzerine bıraktı. Bir gözümle olanı biteni takip etmeye çalışıyordum ama ne mümkün Yalnız çoktan çepeçevre kuşatmıştı benliğimi. "Medet, mürvet ya Ali." Ağzımdan çıkanları duydu mu? Hiç yanıt vermedi. Dizlerime vurdum. Davul döver gibi dövdüm dizlerimi. Ölçüsü vardı bu vuruşların. Duymayı severdi o. Ritmi en çok benimle paylaşırdı. Tonu değiştirdim. Üslubu değiştirdim. Ağzı değiştirdim. Peşrev çalayım dedim. Din müziği sevmem halbuki. Yalnız'ın dinlediklerinden aklımda kalanlara uygun bir ritim tutturdum. İç geçirerek çimleri avuçladı yalnız. Bakışları yön değiştirip içimi yaksın diye bekledim. Bekledim ama ne çare. Yalnız için ben artık yoktum. 

Son gidişinden bu yana hissizleşmiş olacak, şimdiye çoktan yanıt vermesi gerekirdi. Yalnız özlemezdi. Yalnız ağlamazdı. Yalnız sevmezdi. Yalnız hiç haklı da olmazdı. Yalnız dinlemezdi. Yalnız bakmazdı. Yalnız emek vermezdi. İtiraz etmezdi. Boyun da eğmezdi. Kırılmazdı o. Konu ne olursa olsun kendini anlatmaya uğraşmazdı. Yalnız her şeyin, tüm sevgilerin, öfkelerin, hasretlerin, hasetlerin, hıyanetlerin tam kıyısından akıp geçmesine izin verirdi. Mayıs'a inat esen kıştan bozma rüzgara teslim olmuş titriyordu yanımda. Şiltenin üzerindeki battaniyeyi almaya gittim. Döndüğümde Yalnız yerinde değildi. Çadırlara baktım. Bulamadım. Battaniyeyi şiltenin üzerine bıraktım. Gölün kenarına oturdum. Yalnız'ın ayak izlerinin geçtiği yerlere değil asla. Bulutlar karardı, kızdı, gürledi, döküldü üstümüze. Saatler birbirini kovaladı gece oldu. Sabah oldu. Günler deveran etti. Kamp ateşine defalarca üflediler söndü, yandı. Yalnız dışında herkes ateşin başına geldi oturdu..."

Çadırımın köşesinden aldığım küçük demir kase ile koyun çevresini saran ağaçlık alanı adımladım. Önümüzdeki bir iki gün tüm kamp grubuna yeterdi mayaladığım yoğurt. Firari af dilemek için yine gelir. Yeniden kavga ederiz, küseriz, sonra ben tası tarağı toplar giderim. Döner, deviniriz biz. Bir elimde demir kase bir elimde süt dolu şişelerle beni gördüklerinde kaybolmadığıma sevindiklerini anladım. Rahmet Usta'ya belirsiz bir baş selamı verip sütleri kaynattım. Firari yine ardıma düştü. Odun ateşinde kaynattığım sütlerin tencere kapaklarını açtı birer birer. Çiğ tanelerini soğuyan sütlere pay ettim. Sütün huzurunu kaçırmadan sardık sarmaladık. Mayayı rahatsız etmeyen adımlarla sessiz sedasız çıktık oradan.   


 

25 Nisan 2022 Pazartesi

Ulusal Miyoplar Günümüz Kutlu Olsun

Ben seni aldattım

Sen de beni aldattın ama

Ben seni senden daha çok 

Aldattım

Ben seni ağlattım

Sen beni ağlatmadın hiç

Ben seni beni senden daha çok 

Ağlattım

Aldattım 

Ben seni sevmedim

Sen de beni sevmedin

Biz hiç aşık olmadık

Biz hiç dokunmadık

Birbirimize, gönül teline 

Sevmedik

Biz hiç olmadık

Aslında hiç yoktuk

Suriye hiç bombalanmadı

Esad hiç yeraltı hapishaneleri kurmadı

Fırınlarda pişmedi mücahitler

Ukraynalılar akın akın girmedi hiç Öyropa'ya

Metrolarda yatıp uyumadılar

Gezi hiç yaşanmadı

15 Temmuz'da insanlar avlanmadı

Biz keklik olduk

Avlandık, çantalara girdik

Seninle

Aşk hiç yaşanmadı

Acı hiç çekilmedi dünyada

Neandertaller yok olmadı hiç 

Sapiens ataların ateşi hiç sönmedi

Biz hiç insan olmadık

Oyunlar kurmadık

Kurduğumuz oyunları bozmadık

Kumdan kalelerim yıkılmadı hiç

Hiç deniz kabuklarım kırılmadı

Kumlara umarsızca basanlara hiç gıcık olmadım

Pazartesi başlayıp salı günü biten diyetlere hiç başlamadım 

Sen hiç olmadın

Ben seni hiç bulmadım

Hiç miyop olmadım

Görmedim seni hiç

Hiç


15 Mart 2022 Salı

Kültürkent Kütürtüsüne Bir Çift Özge Söz

Bu gece sana inanmakta zorlanmayacağın yalanlar sıralamak isterim. İçinde bolca spekülasyon, önü sonu gelmez dedikodular olsun. Beni ulu orta rezil edeceğin yalanlar söylemek isterim sana ancak… Ancak aşkımdan daha inandırıcı bir başka yalana henüz dilim varmıyor. Sen git… me. Davarlar gibi meleyeyim mi? Git… Sen git… me. Me… Me… Sen… Me… Me… Mele… K… Melek… Me… Too… O… Tool… Gol…

Düşlere düşen sevdanın dile düşemediğini görmek buruk yutkunmaları doğurmuyor mu? Söyle?.. Hem sen ne bilirsin, senin yokluğunda eksilenleri, benliğimi soyup soğana çeviren soğuk kıştan bozma bahar gecelerini ne anlarsın sen? Gözyaşlarında ısınan insanların kaçak titreyişlerini, iç çekerek bir köşeye sinip susuşlarını ne anlarsın?

Söylesene, sevda soyunmak değil mi?.. Tüm benliğin soyunması değil mi? Zırhını bırakan sipahi kaplumbağa şimdi insan. Hem dili yok. Hem ağzı yok. Hem kolları yok. Hem zırhı yok. Hem çaresi yok. Hem aşıkı yok. Hem maskeleri yok. Hem beni yok. Benlerini doktoruna aldırmış. Cildiyeye görünmüş.  

Sözün seyrine mitostan başlamalı. İnanacağı yalanları olmalı insanın. Sana söyleyip inandıramadığım mitlere, eposun Ortadoğu’da Allahu Ekber nidalarıyla kopardığı kafalara, benim sana hiçbir dayanak bulmadan kaptırdığım logosa dayandıralım sözlerimizi. Normalleştirelim şu deliliğimizi…  Ah, dur, dur, biz diye bir özneyi kuracak hiçbir ortaklığımız kalmadı değil mi? Sevdiğim insanları dahi benden uzaklaştıracak kadar acımasızlaşmış olamazsın değil mi? Hiç tanımadığım insanları bana kötülediğin, onları yaftaladığın gibi beni de yaftaladın biliyorum. Hem normalleşecek tek deliliği sen yapabilirsin…

Neticede kabuğun içinde ne vardıysa görmüştün. Zayıf dokuyu senden iyi tanıyan yok. Senden iyi vuracak kimse yok yaralı taraflarıma. Şimdi üzerime hangi piyonunu yollayacağını düşünüyorum sana bunları yazarken. Asla okumayacaksın. Biliyorum gözlerinin ucu bile değmeyecek bu satırlara. Bana bunun rahatlığı yeter. Benliğimin eriyip yeni bir biçime bürünmesi de ayrıca eğlendirecek beni. Senin benimle ve diğer kurbanlarınla eğlendiğin kadar olmaz, olamaz. Ama işte… İşte bir nebze olsun eğlendirecek…

Senin için insanlar hep istediğin biçimi vereceğin hamurlar olmalı. Hamur demişken, artık geceleri un temelli besinleri iştahla tüketir oldum. Kurbanına son gücüyla atılan arslan gibi… Ama bu süreç geçici… Biliyorum. Oyun bitene kadar iştahla oyna onlarla. Tüm piyonlarınla, oyun hamurlarınla… Korkusuzca öne sür. Karşı takıma yem olarak sun. Sonra öncü kuvvet olarak yolla. Sen kur. Kur ve diğerleri oynasın. Ancak ben, senin kurduğun oyunda yokum. Biliyorum, ben bitti demeden bitmez diyorsun. Kuyruğumdan tutup kendine çekeceğin günü iştahla bekliyorsun. Savaş boyalarımı suratıma sürüp seni karşılamamı bekliyorsun ama böyle bir sahne olmayacak.

Ben seni yazarım sadece. Sonra silerim. Sonra yeniden yazarım. Silerim. Unuturum. Hatırlarım. Sonra duvarları seyreder ağlarım. Bluzumun koluna burnumu silerim. Uyumadan bluzu çamaşır makinesine atmayı düşünür, gözlerimin yorgunluğundan unuturum. Birkaç aylık akibetindir bu aynı zamanda; önce kollarına düşüp döküldüm sana, sonra kirlendin, ben, ben kirlettim seni, sen pir-ü pak idin, zayıf-ü nizaf idin, ben, ben sırtına çok şey yükledim, çok şey, öd, ev… Ş, ey, çok, çok an… Duy… u… gu… Çok anlam… Unutulması gereken anlamlar yükledim sana… Sonra, pasaklı bir uykunun sabahında ağır ağır uyanırım. Kahve kaynatacak gücü bulabilirsem ne mutlu. Bileğimden sarkan cezvede gözlerim taşar bu sabah.

Yaşamın ağırlığı çöker mi ben ağlarsam senin de omuzlarına? Belki gururlu bir gövdeyle muzaffer bakışlar atarsın. Bakmak için gözlerini bana doğru çevirmek zorunda olduğunun altını çizerim. Bence iyi bir düşünce değil. E, adam, kim kimi öperse artık. Seni öperken de daralırdı benim içim. Seni severken de dar gelirdi ya… Şimdi gel, gel vur yine en ince yerine baltanı, bal, tanı, balata, balat, ana, baltalı, alta, tanış, alış, ballı, ulak, tan, ışıl, ulaş, aşağı… lık... şu sözlerimin. Hiç sorun değil, biliyorsun, ben giderim. Ama ben gidersem kıs kıs gülerek bıyık altından kiminle dalga geçeceksin?.. Gitmeme izin vermeyeceğini, beni bu cehenneme hapsetmekten ayrıca zevk alacağını biliyorum.

Sana dair hiçbir şeyi artık görmek istemiyorum. Bu satırları, arkadaşlarınla güldüğün konuşmaları, rezilden öte ahlakını, şımarıklığını, aşktan anlamayan, yaş odunu mumla aratır o ruhunu… Asla dokunmadığım, dokunmamın mümkün olmadığını bildiğim tenini… Muhtemelen adıma mıh gibi çaktığın, insanlara çaktırdığın, olumsuz yaftaları, aynadaki suretimi; seni anımsatan her şeyi kütür kütür yakarım. Sonra şapkamı takarım, kısa Camel’ımı ağzıma alır sırtımı döner giderim. Ruhumu öpüşün hariç her şeyi, tüm öpüşleri kültür kent ateşinin kütürtülerinde bırakırım. Özgece sevdaya düşmek nedir an… an… an… larsın… Kalaba… lık… tan… kal… aba… kala… bık… bak… uza… k…

7 Mart 2022 Pazartesi

Pencere

Kapıları, pencereleri kapattım, artık buradan hiçbir şey çıkamaz. Ağzımı mühürledim beni senden başka kimse duyamaz. Gözlerimle başkaları konuşamaz. Bakışlarımdan yüreğime sızamaz, gönlümü mesken tutamaz. Yaz da gelse bahar da vursa pencereye tülün ardında kalmaya niyetli bakışların öyküsündesin. Biraz sen biraz ben mor salkımların rengi. Biraz sen; utanınca mora kaçar kızıl yanakların. Biraz da seni yansıtan değil midir sevgili? Şimdi işlemeli yastığa sarılsın dursun özleyen özne. Özlenen öznenin ne yaptığı kimin umurunda? Özleyen özne anları saysın dursun... Pencereye tıklasın dursun baharda açan taze sarı mimozalar...
 

21 Ocak 2022 Cuma

Mescid-i Haram

Yalnız elindeki kupa ile kanepenin köşesine ilişmiştir şimdi. Bir müddet pencereyi döven kar tanelerinin kavgasına dalıp gitmiştir. Kıvrımlı sokakta adımlarımı düşercesine atarken ben, belim dışarda, omzum önümde soğuk göğsüme işlemesin diye iki büklüm ona gidiyorum. Beni kapısında görse ne derdi? İçeri alır mıydı? Kapı eşiğinde nöbet mi tuttururdu? Bir bardak çay ikram edecekse nöbet de beklerdim ben kapıda. Binanın girişine açılan merdivenleri çıktım. Kapı aralıktı. Yalnız binanın en üst katında oturur. Ben de ona merdiven basamaklarını ikişer ikişer çıkarak ulaşmaya çalışırım. Yalnız kapısını her zamanki gibi kilitlemiştir. Sıkı sıkıya örtmüştür içeride ne varsa. Kapıyı tekmelesem, dünya yıkılıyor sansa, korkarak açsa kapılarını. Endişeli gözlerle baksa, beni görünce hafiflese telaşı. Ya da tuz istemeye gelen komşu çocuğu gibi utangaç bir eda ile tıklasam kapısını. Kim gelmiş diye şöyle göz ucuyla bakıp yumuşak bir kapı gıcırtısı eşliğinde açsa dünyasını bana. Son katı çıkıyorum. Artık kapıyı nasıl vuracağıma karar vermem gerek. Yalnız siyah ahşaptan kapı eşiğine geldiğimde ilkin tüm kuvvetimle kapıya yüklendim. Dakikalarca kapısına düştüm. Vurdum. Vuruldum. Sarstım. Sarsıldım. Yalnız'dan ses gelmedi.

"Kapıya alacaklı gibi vuracak tek insan Sacid idi yaşamımda. Sacid soğukkanlı durmaya çalışayım derken tüm heyecanını ele verirdi. Süt kaynatılan tencere nasıl taşarsa öyle yaşardı duygularını. Başta hiç yerimden kıpırdamadım. Bu gece kapıyı kilitlememiştim. Sacid mevsimlere giydirdiği sessizliğini bir taşkınlıkla sonlandıracaktı. Bu beyazlara gebe kaldığımız kış gecesiydi o taşkın gece. Kapıyı zorlayacak. Yüklenecek. Biliyorum ki çok isteyecek içeri buyur edilmeyi. Tepkisizliğimden ürkecek belki Sacid ama geri adım atmayacak bu gece. Başıma bir şey gelir diye korkacak. Daha da delirecek. İntihar etme ihtimalim onu güçlendirecek. Keskin zekasını yitirdiği anlardan sıyrıldığında kapının anahtar yuvasına bakacak."
Gel.
21 Ocak 2090
Cumartesi
İstanbul

Kapı gürültüyle kapandı, anahtarla içeriden kilitlendi. Yalnız bir fincan daha kahve almaya gitti. Döndüğünde battaniyenin bir köşesinden tutup balkona doğru sürükledi. Balkondaki koltuğa oturdu. Battaniyesine sarıldı. Yalnız sigara yaktı. O ilk nefesini alırken dizlerine uzandım. "Üşüme üzerine bir şey ört." dedi. Ceketimi çıkarıp sırtıma attım. Tüm gece balkonda oturduk. Kah uyuduk kah uyandık. Güneş doğduğunda mescid-i haramdan sürülme vaktim gelmişti. Yalnız usul adımlarla ve uyku mahmuru bakışlarıyla beni mabedimden çıkardı.

 

16 Ocak 2022 Pazar

Kendinden Kaçak

Her şey selamete erse. Yaşama dönsek. Huzurumuza hicret etsek. Sevgi hiç olmadığı kadar bizim olsa...
05.00

Yaşam'dan geride kalan hatıralar neden böylesi öfkelendiriyor? Kandırıldığımı düşünmemden mi? Kandığım için kendimi affedemeyişimden mi? Yoksa Yaşam'ı arayan gözlerimi ondan saklayamadığım için mi? O bunu anlayınca korkak bir biçimde inkar edişimden mi? Yaşam'daki ışıltıyı onda hiç göremediğimden mi? Şimdi Yaşam'ın yüzünde yeniden parıldayan o ışığı yani... Yoksa bana yaptığı saygısızlıktan mı? Şu kitapta onu anımsatan her şey neden beni öfke dolu birine çeviriyor? Beni acıma duymadan yıprattığı için mi? Neredeyse bir yıl oluyor; Yaşam'dan başka kimsem yok. Bu Yaşam'ı çok sevdiğimden mi? Hiç sevmediğimden mi? Yoksa Yaşam'dan ve şiddetinden beni tiksindirdiği için mi? Kendime olan güvenimi yitirdiğim için mi? Yaşam beklenen performansı gösterememekten siler atar insanı. Yaşam'ın memleketlileri neden hep böyle? Ve ben neden onlarla anlaşamıyorum? Onlar mı çok menfaat düşkünü ben miyim hayalperest? Belki taraflardan biri müşkülpesent... Tomris Yaşam'ın kendini böylesi yıpratmasına nasıl müsaade edebildi? Bilmiyorum. Yeni bir hayal kırıklığına daha dayanamayacak, bilinen tek şey bu.

Yaşam, yüreğimdeki ağırlığı al. Beni bırak. Beni özgürleştir. Yalnız kalmak istemiyorum.

Yaşam'ın açtığı yaralar yeniden sağlıklı biri olması için Tomris'e müsaade etmiyor. Alan açmıyor. Kafasını, kalbini ve benliğini ona bırak. Bırak ki yeniden sevebilsin. Yeniden ait olabilsin. Yeniden sevilmeye müsaade edebileyim. 

Yaşam, beni güçlendir. Beni çelikleştir. Beni daha sevgi dolu, daha merhametli ve daha kıymet bilir biri yap.

Tomris'e:
Şifa sensin.
06.10

Yaşam'a:
Tüm akıl hastalıklarının bir kokusu, dokusu, dokunuşu var. Onun hastalığı nasıldı hala anlayamıyorum. Hastaydı ve beni de hasta etti. Uçurum bana da baktı.
06.15

Tomris'e:
İnsanların içinde ilk fırsatta dışarı taşmayı ve kendi dahil herkesi boğmayı bekleyen kötülüğü iyileştir.

Yaşam'a:
Herkesi değil kendini iyileştir. İçindeki savaşı sonlandır.

Tomris'e:
Kendine dön.

12 Ocak 2022 Çarşamba

Kimse Bilmez: Çantada Ne Var

Kamuran sabah mahmurluğunu gizlediği makyajıyla bu sabah da çıktı evinden. Omzuna asılı külçe ağırlığındaki çantası ile adım adım kenti dolaşmaya başlayacaktı. Kaldırım kenarına ilişen muhtar Selami ile muhabbete koyuldu. Kamuran, ona muhtar Selami der, çünkü kim saat kaçta gelse, hangi öğrenci o gün okulu ekse Selami bilirdi. Önündeki mendilde biriktirirdi sermayesini. Ceplerinde kuruşları olduğunu da bilirdi ahali ama kimse dokunmazdı ona. Belki de mahallelinin en varlıklısıydı. Kimse bilemezdi.

Sabahın kör saatinde Selami fırından iki simit almıştı. Kamuran'a uzattı tekini. Buna karşılık Kamuran'ın elinde evinde yaptığı filtre kahve hep tek kişilikti. Fazlasına dirayeti yoktu. Kendine kadardı o, sınırlarının içine kimseyi kabul etmezdi. Selami bilirdi bunu. Bakışlarını kahvenin rengini koyulaştırdığı karton bardağa doğrulttu. "Eskimiş." dedi. Kamuran Selami'nin uzattığı simide baktı. İyi kızarmış susamların döküldü dökülecek haline içlendi. "Canım istemiyor bu sabah." dedi. Selami üstelemedi. Çantasından sigara çıkaracaktı bu sabah Kamuran. 

Kamuran'ın çantası gizler yuvasıydı bu mahallede. Ne bulunmazdı ki o çantada?.. Bu sabah da sigara çıktı ilkin çelikten fermuarın cızırtısı eşliğinde. "Senden başka bilen kimse yok değil mi çantanda ne var?.." Kamuran'ın dudakları dumanını üfleyen vapur bacalarına döndü; "Kimse bilmez. Yüklü kitaplarım, türlü kokularım var. Hiç yoksa sigaram, kalemim, bilgisayarım... İçini açmaya kimse yeltenmez. Fakat dün akşam bir devrim oldu. Geldi, kuşattı ve ne var ne yoksa öğrendi." 

"Ee, Kamuran abla, sen izin vermezsin normalde. N'oldu da teslim oldun?" Kamuran güldü. Nefesi miydi boğazından taşan, dumanı mıydı, külü müydü, alevi miydi hiç bilinmedi. "Yine bir yoldaydım muhtar, durdurdu beni, yanlış taraftan gidiyorsun Kamuran hanım, dedi. Kaşlarını yay gibi gerdi. Bir kahve içelim dedik. Oturduk konuştuk uzun uzun. Hem geçmişten hem gelecekten bahsettik ama bugünü hiç mevzu etmedik. Sonra gözleri çantaya ilişti. Senin gibi... İçinde ne olduğunu sordu. Başta gözlerimi devirdim. Kaçacak oldum. Denizler dalgalandı, köpürdü önce. Tüm mürettebat birden küreklere asıldı, manevra alanı aradık, bulamadık. Kaçamadık Selami muhtar. Göster bakalım çantanda ne var? deyiverdi. Mahremiyet hak getire. Tüm sular selamete erdi. Telaşlı ordular silahların ablukasını parmaklarımdan çekti. Ben de açtım çantayı, ne yapayım. Çantamda kimsenin bilmediği ne'm varsa hepsini öğrendi."

4 Ocak 2022 Salı

Kuşatma

Şimdilerde yalnız başına kalacağı bir otel odası arıyordu. Bu defa tek başına. Ne Mihenk ne Sevgi ne de başka biri... Kimsenin olmadığı bir odadan İstanbul'un tarihi manzarasını seyrederek şarabını yudumlayacak, peynirinden tırtıklayacaktı. Hatta kafası güzelleşirse biraz yazardı, ama en güzeli Sevgi'nin bir an için terlikleriyle çıkıp gelmesi olurdu. Kapıyı usulca kapatıp bardaktan bir yudum alırdı. Yan tarafa geçer otururdu sessizce belki de karşı tarafa... Sevgi sessizlikten sıkılır. Muhabbet edecek gücü yoksa bile fonda bir müzik olsun ister. Zaten gelse ya o Yalnız'ı kuşatırdı ya öteki Sevgi'yi ablukaya alırdı. Belki yalnız başka hiçbir şeye gerek olmadan sevgi tarafından kuşatılmalıydı. Sevgi de yalnız ellerine emanet etmeli sessiz sevdasını. Kendinden köşe bucak saklanmadan, sonunda zuhur eden bakışların usul dokunuşlarıyla sevmeli. Kendini cennetten sürer gibi koşmadan, kuşatmanın, kuşatılmanın tadını çıkarmalı sürgün ruhlar...

"Arkadaşlarım soruyor seni. Geçiştiriyorum. Seni kendime saklıyorum. Eskileri dinliyorum bugünlerde. Yine geceler ağır olacak sabaha kadar, diyor Nükhet Duru. Zaman nazar boncuklarını tenime asıyor sen yokken. Yanımda salkım saçak üzümler... Bu sefer otelin mobilyaları kahverengi ahşaptan. Manzarası da var. Duvarları mavili beyazlı..."

Uzaklarda olsa da hep yanı başında Sevgi. Bir yerlerden çıkıp erişiyor, içine gelip yerleşiyor. Mağrur kamutanı o bu kuşatılmış kentin. Kuşatmayı kaldıracağı zamana dek teslim olmayacak yalnız. Yalnızdı, itilmiş, kakılmış, satılmış ve nihayet artık kuşatılmıştı. Kente yürüyen orduların başına geçti şimdi. Yalnız nerede başlıyor Sevgi nerede bitiyor anlamakta zorlanıyor. İzleyen kim, isteyen kim, duran kim, susan kim, konuşan kim, heyecanı göğüs kafesinden taşan hangisi anlamıyor. Şimdi kuşatmadan kaçamayacak. Kuşatılmış tüm kentler gibi ağır ağır...

"Belki bir savaş bu aramızda cereyan eden rüzgar. Ve Sevgi kalbinde vurulan köslerin ürküntüsü ile göğüs geçiriyor."

Teslim ol.
4 Ocak 2090 Çarşamba
Üsküdar İstanbul

Sevgi zaferinden emin gülümsemesiyle kapıda belirdi.

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...