6 Şubat 2019 Çarşamba

Tek kişilik tiyatro: Tufan

Ormanın bittiği yerdeyiz. Seyrekliğiyle insanı hayrete düşürecek ağaçlar serpilmiş yolun kenarına. Gövdeye yapışık duran papatya mimoza kırması çiçekler var minik minik, yere serdiğimiz kareli kahverengi örtüyü hafifçe yukarıya kaldırıyorlar. Örtü utanıyor, aşağı doğru bükülmeye çalışıyor çiçekler seviniyor göğe doğru yükselmeyi deniyor.

Ne diyorlardı buna? Dikotomi miydi? Ying yang mıydı? Yok yok başka bir adı olmalı bunun.

Benim ağzım laf çevirmez biliyorsun, sen bul işte buna bir isim.

Zirveye çok az kalmıştı. O kadar yukarıya yükselmiştik ki neredeyse deniz seviyesindeki sıcaklığın 1 derece altına inmiştik. 200 metrede 1 derece miydi? Ne dersin?.. Zaten boğazdaki en küçük adaydı ayaklarımın altında duran yer.

Gitmeye saniyeler kala son bir kez sarılıyoruz. Benim tek ayağım havada düşecek gibi yapıp sıyrılıyorum senden. Kokumu içine çekerken nefesinin kulağımda estirdiği rüzgarı hiç duyamayacaksın. Kollarından ayrılıyorum ama ayaklarım birbirine dolanıyor ellerim hareket yeteneğini kaybediyor ve yokuşlardan aşağıya yuvarlanmaya başlıyorum. Ramazanın bilmem kaçıncı günündeyiz. Etrafta yemek yiyen insanlar var. Açık dükkanların dışarıya dizdiği masaları deviriyorum. Bisikletiyle yukarıya çıkmaya çalışan bir çift sevgiliyi ezip geçiyorum. Gemilerin kalktığı limanı, vapur iskelesini hızla geride bırakıyorum. Kulağıma bir ses doluyor o an "Hiç gelmemeliydik.". Kendimi durdurmaya çalışıyorum ancak nafile denizin dibini boyluyorum. Yosunlar selamlıyor, istavritler ayaklarımı gıdıklıyor, uskumrular çoraplarımı çıkarıyor. Gözlerimi açamıyorum 4 numara miyop olduğumdan, oysa ne güzeldir şimdi denizin dibindekiler. Bir ses kulağıma üflüyor yeniden "Aramıza hoş geldin, bundan sonra senin adın köpek balığını kovalayan çılgın hamsi olsun."

Önce Müslüm'ün ağzından, ardından Şebnem Ferah'ın sesinden dinlediğimiz Sigara parçası ile uyanıyorum bu sabah. Hayır, alarm sesi değil. Yakınlardaki küçük bir giyim mağazası açmış son ses. Uyanmamak için sağır olmak gerekiyor.

Yine rüyamda seni gördüm. Kendimi kendime hapsederek cezalandırdığımı anlatıyordum. Ayrıca bunu daha kaç kere anlatmalıyım sana? Şimdi de bir yanımda okumadığım kitaplar duruyor diğer yanımda yorgun düşmüş insanların yükleri. Kim sahiplenecek bunca derdi? Bir ucundan sen tut diğer ucundan ben... Zaten artık tüm yükü omuzlarıma alabilecek kadar dirayetli değilim.

Dün büyük bir fırtına kopmuştu Marmara'da sadece gereksizlerin boğulduğu ve elbette tüm masumların yüzerek Nuh'un gemisine ulaşabildiği bir tufandı.

Tek kişilik bir tiyatro oyunu yazmak istiyordum halbuki bu cümbüş de nereden çıktı?

Kendime bir sahne kuruyorum. Sadece kendim için... Hiç umut etme bir tek bana ait. Tüm sevdiklerimi demir parmaklıkların ötesine yerleştireceğim. Sonra bütün perdeler kapanacak tıpkı penceremdekiler gibi. Güneş ışıklarının içeriye girmesini engellemek için, küsüp sustuğumuz, Balkanlar'dan gelen soğuk hava dalgalarının aramızda estiği gerçeği kimsenin inkar edemeyeceği boyutta. Çünkü ne sevmeyi ne de terk edebilmeyi becerebildik.

Sabah sabah yine susadım. Mutfağa gittim, büyükçe bir bardaktan su içmek istedim. Bardak ellerimden kaydı, odamın pencereleri kırıldı, içerisi sularla doldu.

Kovalamaca başlasın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...