Fotoğraf: Ara Güler |
Aşağılara iniyorum. Şehrin derinlerine. Kimselerin bakmak istemediği baksa da görmeye tahammül edemeyeceği yerlere. Soğuk, katı ve saf suratına yaşamın...
Bir sürü denizci. Bir bir dizilmişler ellerinde ağlarıyla. Ağrılı, sancılı, belini tutmuş, en ihtiyarı. Tek eli yine ağda. Ekmek kavgasında. Koca elli, koca ayaklı, iri gövdeli Deniz Adam'ın azaları olmuşlar.
Ağı çekiyorlar sudan. Sessiz sedasız sözleşiyorlar sanki. Hep aynı anda hareket ediyorlar.
'Davetiye mi bekliyorsun? Tutsana şunun ucundan.' Diyor içlerinden biri. Konuşmadan ağın bir ucundan yakalıyorum. Yağmur şiddetleniyor. Denizin suyu her yanımdan kuşatıyor.
Ağı toplamak kaç saatimizi aldı emin değilim. Eve döndüğümde tezgahın üzerinde beni bekleyen zeytin çekirdeklerini sinekler sarmıştı. Yağmur damlacıkları süzüledursun. Paçalarımı iki kat kıvırayım. Ben bir kahve koyayım ocağa. Tıngır tıngır kaynasın. Köpüğü dolsun taşsın.
Kapı zili çaldı. Gece yarısı. Güneş doğmaya yakınken. 'Kim o?' Sorusu ile açtım kapıyı. Hiç konuşmadı. Çıkardı ayakkabılarını içeri girdi. Koyu mavi bir gecede... Şafak söktü sökecek. Benim gibi yağmurdan nasiplenmişti o da. Bir muşamba serdim oturacağı yere. Yalnızca kolyesini çıkardı. Bıraktı bir köşeye.
Zeytin çekirdeklerini kaldırdım tezgahtan. İki kahve fincanı çıkardım dolaptan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder