21 Aralık 2018 Cuma

Dönme dolap

Piyanomun başında notalarla bütünleştiğim bir gündeydik. Dünya piyanomun tuşlarından ibaretti. Notalar, ruhumdaki tüm hücreler, evrendeki bütün gezegenler, uydular, asteroitler, senin içindeki bütün kötülükler ve sana biçtiğim iyilik giysileri artık kesilmişti. 

İçimdeki yirmi bir benden biri "Katiller suç mahaline mutlaka geri döner" demişti günlerden bir gün. Sen gözlerimin içine bakarak "Olay zamanı neredeydin?" diye sorduğunda... Ben hangi olaydan bahsettiğini sorgularken muhtemelen bir Mayıs akşamıydı ve güneşin tepelerin ardına saklanmasına dakikalar kalmıştı. 

O gün bugündür hiç o otobüse binemedim. Çünkü otobüsün numarasını çoktan unutmuştum. Belki 38M belki 500T... Aramadım da zaten, neyi arayacaktık ki? Kırıkların peşinden mi gidecektik, yapışsın diye? Yapışsa bile ayna bir daha aynı güzellikte bakabilir miydi gözlerimin içine? Bendeki anlamını gözümden düşerek çoktan kaybetmemiş miydi, bu dönme dolap? Yuvarlanarak Burgaz'ın en tepelerinden Marmara'nın sularına karışırken, o dönme... Tıpkı küçüklüğümde haylaz çocukların oynadığı topaçlar gibi... Bir de yoyolar vardı tabii. Benim ellerim bir türlü beceremezdi o yoyoyu geri getirmeyi. Oldum olası el ayak kordinasyonum zayıftır, bilirsin beceriksizliğimi. Ama o dönek yoyolar bir yolunu bulur yapışırdı ellerime. Dizlerimin üzerine kapakalandığım zamanlarda bile ümit olur gelir tutardı ellerimden. Felek korku salıyorsa ümit de veriyor derlerdi de inanmazdım. Hala pek inanmıyorum ya... Ama her seferinde beni bulan ümit bir hakikatten besleniyor sanırım. Anlar gibiyim yavaş yavaş. İşte piyanomun başında otururken bastığım her nota demincek bahsettiklerimin yankıları oluyordu. 

Piyanoma vuran ışıklar yavaş yavaş bana doğru kaymıştı. Tenimin kavrulduğunu hissettim. Halbuki güneş koruyucularımı sürmüştüm. Bilirsiniz tenimin beyaz kalması için ihtimam gösteririm. Notalara bastıkça daha çok kavruluyordum. Bir tencerenin dibinde soğan halkaları gibiydim. Rüzgar esmeye başladı. Tahta kaşık daldı tencerenin içine bir sağa bir sola savurdu beni. Notalar ruhumdan çıkıyor demiştim de inanmamıştın... Tencerenin kenarlarına her vuruşumda yeni bir notayla türküler yaktım. Her turda yeni bir nefesle başladım ve ateş her harlandığında bir önceki türkünün yankıları senin kulaklarını yırttı. İstersen gönlümü açıp bakabilirsin. Zaten paramparça, hem görmekte de zorlanmazsın. Ne de olsa olay zamanı suç mahalindeydin. Pembeleşene kadar kavurmak deyimi gereği, yeteri kadar ateşten nasibimi aldıktan sonra bir kaşık salça attılar üzerime. "Kokusu çıksın" dedi çeşnigar... Üstüne ne vazifeyse... Ama bu sarayda böyledir, herkesin tuzu olur çorbada. Etrafa kokular yaymaya başladım böylece. Kimine yanık kokusu oldu kimine olgunlaşmanın damgası. Seni rahatsız ettiğime eminim. Koku güzel de olsa çirkin de olsa... Tam kendime geldim diye sevinirken tencereye bir avuç dolusu biber attılar. Bu sefer gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Düşen her damla küçük biber tomurcukları oldu tencerede döndü durdu. Rimellerimin renginde her tanesi. Biberlerin çarliston oldukları kanaatindeyim sivri olsaydı duramazdım. Nereden biliyorsun diye sorma, tecrübelerimin baş rolü olarak tecahülü arife kalkışma. Çünkü bunu sen yapınca komik oluyor. Tecahülü arif oluyor sana büsbütün riya. Nihayet şırıltılar sarıyor bütün odayı ve tencerenin demirleri şıkırtılarla karşılıyor bir testi suyu. Bu geliş bir girdap olup vuruyor kanatlarıma ve kendine dahil ediyor beni. Merkezine doğru çekiliyorum. Başka bir zamanda, başı sonu kestirilemeyen bir yerde uyanıyorum. Senin gibi bir takım gereksizlerin ve onları ıslah etmekle görevlendirilmiş iyi huylu bakterilerin savaşını izliyorum. Senelerden olay zamanı, yerlerden suç mahali deyiver sen buna. Çünkü gövdemde yirmi bir farklı kanatla yeniden doğuşumu göremeyeceksin. Çünkü buna sadece o tencerenin içinde benimle kavrulan biberler, salça ve su şahit olabildi. Sen küçücük bir karton bardağın dibini karıştırıp beni gördüğünde saklandığın için tepen aşağı yuvarlanarak düştün ve Marmara'nın derin sularına karıştın. 

Yani şimdi sen bana kırık bir kalp bıraktın diye gülümsemeyeceğimi mi sandın? Hem de öyle bir güleceğim ki, sen geldim sanacaksın ama ben aslında daha da uzaklara gitmiş olacağım. Sonra kanatlarım her geçen yıl birer birer artacak. Her kanat beni biraz daha göğe yükseltecek. Her kırık bir gün iyileşir. Kanatlarımla gönlümü sarabilirim ben. Tıpkı kedilerin kendi kendilerini tedavi etmesi gibi. Sen kendini düşün. Kutlu vadiden nasıl kovulduğunu?...

2 yorum:

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...