28 Ekim 2018 Pazar

Kanla tutuşan kandil

Pinterestten alınmıştır.
Kapkaranlık pelerinini savurdu koca adam. İri yarı gövdesini sağa sola sallayarak heybetle yürüyordu. Gözlerine dikkatle bakınca anladım, artık her şey alt üst olacaktı. O yaklaştıkça rüzgar şiddetleniyordu. Her adım yeni bir rüzgar oluyor, her yeni rüzgar bir öncekine katışarak esmeye devam ediyordu. Sabit durmam gittikçe güçleşiyordu. Tüm rüzgarların toplamı bir girdaba dönüştü. Deli hızıyla geliyordu üstüme doğru. Duruşumu dikleştirdim, dizlerimi kilitledim, ayaklarımı mıhladım. Niyetim bu girdaptan sıyrıksız kurtulmaktı. 

Olanca hızıyla beni döndürmeye başladı. Ayaklarım ile başım birbirine değmiş, birbirine geçmiş gözlerim yumuluydu. Kan kokusu duymaya başladım. Paslı bir çelik levha sardı vücudumu. Zırhımı kuşanmış, girdabın hızına eşlik ederken, sanırım bitti her şey derken karanlık bir yerde buldum kendimi. Nerede olduğumu anlayabilmek için ayağa kalkıp yürümeyi denedim. Nereye bastığımı bilemediğimden yere düştüm. Düşer düşmez bütün zırhım dağıldı. Ellerimle çevreyi yoklayarak bir süre emekledim. Elime bir kutu takıldı. Sağa sola sallayınca içinden bir takım sesler geldi. Avcumdan daha büyük olan bu kutuyu açmaya çalıştım. İçinden bir şeyler çıkacağını bildiğim için kutunun içine parmaklarımı daldırdım. Elime ince çubuklar geldi. Sağına soluna dokunarak ne olduğunu kestirmeye çalıştığımda bir kibrit olduğunu gördüm. Hemen kutunun yan taraflarında kalan yüzlerine sürterek yakmayı denedim. Kibrit yandığında çevrede bir kandil bulmaya koyuldum. Etraf hala daha belirginleşmemişti. Sadece bastığım yerler kasılıp gevşiyor ve yoğun bir kan kokusu duyuyordum. Hatta her yerim kanlanmış bile olabilirdi...

Yerde ayağıma bir şey takıldı. Yuvarlanarak benden uzaklaştı. Peşinden ben de gittim. Ellerimle yeri yoklayarak bir müddet aradıktan sonra kibritin de yardımıyla buldum. Bu bir kandildi. Hemen elimdeki kibritle kandili tutuşturdum. Kibrit kutusunu cebime koydum. Kandili de elime aldım. Yürümeye başladım. İnanamıyorum gördüklerime. Etrafım kaslarla dolu. Sürekli kasılıp gevşiyor ve koca damarların içinden kanlar akıyordu. Nerede olduğumu artık anlamıştım. Burası bir canlının kalbiydi. İyi de ben buraya nasıl olmuş da gelebilmiştim? Neyse biraz daha yürüyeyim belki bir çıkış yolu bulurum. 

Yürümeye devam ederken, karşımda bir yansıma belirdi. İyice yaklaştığımda bir aynayla karşı karşıya geldim. Saçlarım, ellerim, yüzüm, ayaklarım her yerim kana bulanmıştı. Gözlerimi yumdum inanamayarak yeniden açtım. Gözlerimi açtığımda ayna paramparça oldu ve kırık parçaları  bedenime doğru gelmeye başladı. Bütün vücudumda büyük bir acı hissettim. Elimdeki kandili sıkı sıkı tutuyordum. Diğer elim de cebimdeki kibrit kutusunu koruyordu. Kırık camların sonuncusu da vücudumu kesip geçtikten sonra yürümeye kaldığım yerden devam ediyorum. Yaralarımdan kanlar akmaya başlıyor. Ellerimdeki ojelerin rengiyle etlerimin arasındaki farkı ayırt edemiyorum artık. Bu sırada arkamdan bana yaklaşan bir soluk hissediyorum. Hızlıca geriye döndüğümde birden yok oluyor peşimdeki soluk. Yoluma devam ediyorum, bir çıkış yolu bulma ümidiyle. Ancak yeniden aynı soluğu hissediyorum arkamda. Bu sefer takip etmesine izin veriyorum. En azından boş bulunduğu ilk anda tepesine çöker kibritle aleve verir öylece kurtulurdum. Tüm bunları içimden hesap ederken tam ensemde hissediyorum bu soluğu. Kandilimi kafasına vurmak için ani bir dönüş yapıyorum. Benim dönüşümle manevra yapması bir oluyor. Bu sefer yeniden vurmayı deniyorum ama ben ona vurmak isterken elim sabit kalıyor. Neye uğradığımı şaşırıyorum. Ensemde hissettiğim soluğu bu sefer her tarafımda hissetmeye başlıyorum. Aynı anda çarpıyor esintisi tenimin her yerine. Bu sırada kan kaybetmeye devam ediyorum. Çevremde dönmeye başlıyor. Her dönüşünde biraz daha başım dönüyor. Her dönüşünde biraz daha gözlerim kararıyor. Her dönüşünde derim biraz daha yenileniyor ve kalınlaşıyor, sağlamlaşıyor. Yenileniyorum baştan ayağa. Zırhımın parçaları paslarından temizlenmiş bir şekilde derimin altına yerleşiyor yeniden. Bu soluk neydi? Kimdi? Veya kimindi? sorularıyla sesleniyorum.
"Kimsin sen?" 
"Hey!"
"Cevap ver..." Yeni bir rüzgar esmeye başlıyor. Bu defa karşımda bir yığın silüet beliriyor. Bir kısmı tanıdık geliyor. Geçmişte kalbini kırdığım insanlar veya bir biçimde kalbimi kırmış insanlardan oluşuyor.  Garip olan, henüz tanımadığım insanlar da var bunların aralarında. 
"Nişan al!" diye bir komut geliyor. Bu esnada kuvvetli bir rüzgar daha esiyor. Sabit durmaya çalışıyorum. Az önce ensemde ve tüm tenimde hissettiğim soluğu bir anda yeniden tam burnumda hissediyorum. Aman Tanrım yoksa bu Azrail mi? Hayır şimdi değil!..

Rüzgar gittikçe daralarak tek bir merkezin etrafında dönen hava kütlesi biçimine dönüşüyor. Bu kütle gittikçe hızlı dönmeye başlıyor ve sonunda kesiliyor. Dumanların arasında küçük bir adam beliriyor. Kısacık saçlarının uçları kıvrılmış. Gözleri kahverengiyle alevlerin arasında bir tondan. Çenesi sivri. Burnu ince ve yanakları çok hafif çilli. Teni beyaz, tıpkı bir vampir gibi ama vampir değil. Dişleri oldukça sarı ve ağzından keskin bir tütün kokusu geliyor. Hesap soran bir gülümsemeyle bakıyor suratıma.
"Ne istiyorsun benden?"
"Seni aynaların öldürmesine izin veremezdim."
"Sen mi öldüreceksin?" Alaycı bir şekilde gülümsüyorum.
"Kimin öleceğini ikimiz de bilmiyoruz. Kulağındaki küpeleri çıkarmanı istiyorum."
"O niyeymiş? Kim olduğunu daha söylemedin."
"Tanıyoruz birbirimizi biraz düşünmelisin sadece. Şimdi, küpeler!.."
"Çıkarmıyorum."
Arkasını dönerek ellerinde silahlarla bana nişan almış bir yığın insanı gösteriyor. 
"Bu kadar kolay ölmemelisin."
"Korkaksın sen, kıl kuyruk!" dedikten sonra yumruklarımı sıkarak olacakları beklemeye başladım. Kocaman bir kahkaha attı. 
"Kurşun ile şakalaşıyorsun."
"Bekliyorum..."
"Üzgünüm güzel kadın, seni bu kadar kolay yok etmek istemezdim."
"Eyvallah..."
"Haydi eyvallah..."
"Nişan al!.."
"Ateş!.."

O anda tüm vücudum sarsılıyor ama kurşunlardan değil. Bütün kurşunlar pişkin pişkin gülen o kısa boylu, tütün kokulu, çirkin adamın gözleri önünde ayaklarımın ucuna dökülüyor. Sapa sağlam ayakta olduğumu görünce hırslanıyor. Yeniden ateş emri veriyor. Kahkahalar eşliğinde beni yok etmek niyetinde. Ama ben biliyorum ki o gün bugün değil. Gözlerimi kapatarak bekliyorum olacakları. Kurşunlar yeniden ayaklarımın ucuna dökülüyor. Buna karşılık sinirleri bozuluyor, ağzından salyalar akarak belindeki kılıcı çekiyor. Az önce derimin altına yerleşen zırh yeniden bütün bedenimi sarıyor. Elimdeki kandil havada asılı kalıyor. Sağ elimi kalbimin üzerine getiriyorum. Beynimden süzülen bir kılıç çıkartıyorum kalbimden. İşte o anda anlıyorum karşımdakinin kim olduğunu. 
"Demek sensin!?"
"Ne sanıyordun?"
"Bu kadar alçalacağını düşünmemiştim."
"Hazır mısın?"

Bir müddet mücadele ediyoruz. Son kılıç darbemi ayaklarına vuruyorum. Ayakları ile bedeni birbirinden ayrılıyor. İşte o sırada tam karşıdan yine aynı pelerinli ve heybetli adam yaklaşmaya başlıyor. Gözlerime inanamıyorum. Her yaklaştığında biraz daha sıkı sarılıyorum kılıcıma. Dudaklarımı ıslatıyorum ve yutkunuyorum. Pelerinini savuruyor. Ellerini iki yana doğru açıyor ve bir elinde ne olduğunu kestiremediğim oval bir cisim beliriyor. Bütün dertlerimi, güçsüzlüklerimi içime gömercesine derin bir soluk alıyorum. Yeni bir dövüşe hazırlıklı olmak için bunu yapmak zorundayım. Her adımında yeni bir güçle kavrıyorum kılıcımı. Karşıma geldiğinde vakarla bana bakıyor. Göz bebeklerimden kalbime inen bir yol keşfetmiş gibi yani... Babacan bir sıcaklık hissediyorum kalbime akan ama her şeye rağmen kılıcımı sapasağlam tutuyorum. Elindeki oval cisim bir taçmış. Tacı başıma yerleştiriyor. 

Daha derin bir soluk alıyorum. Gözlerimi kapatarak buradan çıktığımı hayal ediyorum. Ayağımda bir pranga hissediyorum. Bir yandan ayaklarımı çekmeye çalışırken bir yandan da buradan çıkışımın hayallerini kuruyorum. Birden etraftaki kan kokusu yok oluyor. Gözlerimi açtığımda ayaklarındaki prangayı kırmaya çalışan bir güvercin olduğumu görüyorum. Azimle kanat çırpıyorum ancak olmuyor. Bir an sakinleşiyorum, kanat çırpmaya devam ediyorum ve geriye bakıyorum. Bir insanın kalbini yırtarak dışarıya çıkmaya çalışıyormuşum meğer. Daha dikkatle baktığımda bu adamın kurak bir toprak gibi çatlaklarla dolu olduğunu fark ediyorum. 

"Kimsin sen?"




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...