19 Ekim 2018 Cuma

Bilge Kadının Geleneği

Gece 10 suları... İnce ince yağmurlar yağıyor Üsküdar sokaklarına. Sokak lambaları olmasa göz gözü görmeyecek. Bir araba geçiyor dar sokaktan, yerde biriken çamurları paçalarıma sıçratıyor. Biraz dizlerimi ovuşturup devam ediyorum yürümeye. Yanımda kırklarında bir kadın. "Gözleri." diyor, "şişmişti ama yine de dirayetli duruyordu.". Bu cümleye karşı sessizliğimi koruyorum. 

Gözümün önünde beliriyor. Bir çift kol, bir gövde ve 'hû' diyen bir çift dudak. Onun dudaklarını kırmızı görmeye alışığım. Şimdi damarları ince ince belli olan yaşlı dudaklar hem çok tanıdık geliyor hem de biraz yabancı. Gözleri kapalı, onun duruşunu aklıma kazıdığımın farkında değil. Çok küçük hareketlerle sağa sola sallanıyor. Her 'hû' deyişinde biraz daha su serpiyor içindeki alevlere. Gözlerinin üstünde biraz şişkinlikler var. O benim onu gördüğümü bilmiyor. Kirpikleri, gözlerini birbirine bağlayan bir mühür gibi çizgi çekmiş.

"Öyle değil mi?" dedi kolumu sarsarak. Hızlı hızlı salladım kafamı. Onu onayladığımı belirterek. "Bu yokuşu inmesi ne güzelmiş. Yolun sonunda nereye çıkacağız?" dedim. "Üsküdar Meydan'ına." dedi. Yanımızdan bir araba daha geçti. Araba farları gözlerimi kamaştırdı. Ellerimi alnıma götürüp "Hayırdır birader?" dedim. "Buralarda bir benzinlik var mı?" dedi. "Bu civarda yok." dedim. Kapşonları kapatıp yola devam ettik. Bir müddet sonra açtım kamşonumu. "Islanacaksın." dedi. "Biz ıslanalım diye yağıyor zaten. Niye saklanıyoruz ki?" 

"Ne güzel sesi vardı değil mi ama çayı daha çok sevdim ben." Anlam veremedim bu duruma ve "Neden?" dedim. "Çünkü içimi ısıttı. Tatlı bir ılımanlık gezdi damarlarımda." "Ne romantikmişsin." Gülüştük. Karşı taraftan kalburu çıkmış bir çift geliyordu. Ellerinde ağzına kadar dolu torbalar vardı. Koştuk yanlarına, "Yardım edelim mi?". Teyze doğruldu, "Zahmet olmasın çocuğum?" "Olmaz." Bana baktı, "Değil mi?" dedi. "Ver teyzecim elindekileri bana." dedim. "Sağ ol, kızım.". Yaşlı çift önden biz arkadan yürüyoruz. 

Eve kadar taşıdık poşetleri. Ellerimizin yarısı morarmıştı soğuktan. Teyze elini beline koydu, "Gelin çocuğum içeriye." dedi. Bakıştık bir müddet, "Girelim." dedim. Salondaki sedirlerden birinde oturduk. Teyze torbalarını mutfağa taşıdı. Hemen ardından tepsiye dizdiği aşureleri uzattı. Teşekkür ederek aldık aşurelerimizi. Teyze de oturdu. Tam karşımızdaki sedirin köşesine, eşinin tam yanına. "Afiyet olsun." dedi, elini ileriye doğru uzattı. Yaşlı amca bu işaret üzerine kaşığını aşuresine daldırdı. 

Sokaktan bir takım sesler geldi. Amca vakarla doğruldu yerinden. Teyze de hemen arkasından kalktı. Sokakta birşey görünmüyordu. Amca pencereyi kapatıp içeriye girdi. Teyze, "Hayrolsun bey." dedi. Amca bir iç çekti. "Baksak mı?" dedi. "Şimdi değil bey, birazdan." Biz birbirimize bakarken kapı çaldı. Teyze ve amca aynı anda yerlerinden kalktılar. Kendilerinden beklenmeyen bir çeviklikle kapıya koştular. İki küçük mülteci çocuk. Tir tir titriyorlar. Teyzeyle amca hemen kapının önünü açtılar. Çocuklar içeriye girdiler. Ayakları çırılçıplak, hırkaları yırtık, belli, üşüyorlar. Ayaklarının halinden utanıyorlar. Ayak parmaklarını ayaklarının altına saklayarak kapının girişinde öylece duruyorlar. Teyze "Haydi evladım, girin içeriye.". "Banyoya girebilir miyim?" diyor, küçük olan. "Tabii ki evladım geç." 

Onlar banyoya yöneldi. Teyze yanımıza geldi. "Evlatlarım." "Ayakları?" "Anneleri babaları yok, bir adam bulmuş bunları sokağın kenarında ağlaşırken. Almış götürmüş. Gidiş o gidiş, sokaklarda tenekelere vurarak kendilerini acındırmalarını ve kazandıkları parayı getirmelerini söylemiş. Bir gün bu ikisini tekme tokat döverken bulduk sokak ortasında. Benim bey hemen herife müdahale etti. Tabii adam çocukların babası olduğunu söyledi. Tabii biz de çektik restimizi, eğer çocuklarınsa dava edersin bizi alırsın çocukları diye. Yine böyle bir gündü yağmurluydu... Biz çocukları alalı neredeyse 1 yıl oluyor. Nüfusumuza da geçirdik tabii. Ama herif bunların arkasını bırakmadı. Arada bir okul dönüşü bizimkilere böyle şeyler yapıyor. Polise de gittik ama işte adaletin de işlemeyeceği kadar nasipsiz insanlar var." Hayretler içinde dinledik olanları. Teyzenin gözleri yaşlandı. 

Yerinden kalkıp çocuklara kıyafetler çıkardı, sıkıca giydirdi. Salona akşam yemeği için sofra kurmaya başladı. Biz kalkmaya niyetlenince. "Buyrun çocuğum nasibiniz varmış." diyerek bizi de oturttu yerimize. Amca, ince bir tebessümle eşlik etti. "Kalın evladım, nasibinizi alın da öyle gidin yola. İçiniz ısınır. Hem hanımın çorbası da pek lezzetlidir." "Bey, ekmekleri doğrayıver." "Geliyorum hanım." 

Çocuklar bize biz de çocuklara öylece bakakaldık. Küçük olan yavaşça geldi yanımıza. Elindeki Blok flütü uzattı. "Çalsana." dedi. Gülümsedim. Büyük olan arkadaşımın yanına yanaştı. Yarım kalan aşureyi yedirdi. Bir yandan çocuk şarkılarının melodisi doluyordu eve diğer taraftan uzun zamandır yalnız ve yabancı iki insan bir ailenin sofrasından sevgi devşiriyordu. Sofraya kaşıklar ve tabaklar dizildi, ortaya büyük bir salata geldi. Tabaklara çorbalar döküldü. Teyze sağ elini sofranın ortasına doğru uzattı. "Afiyet olsun."dedi. Amca kaşığını çorbaya daldırdı. "Keşkek mi bu?" dedim. "Yok yavrum." dedi teyze "yüzyılların geleneği, soğutmayın." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...