26 Ekim 2018 Cuma

Kibritçi Kız'ın muayenesi

Pinterestten alınmıştır.
Hava karanlık. Halbuki daha güneş batmadı. Evimin balkonuna bakıyorum, anormal bir durum var mı diye. Küçük Prens ile Kibritçi Kız oturmuş çay içiyor. Dertleşiyorlar. 

"Tarçınlı kekin içine ceviz koyulmaz!" diyor Küçük Prens. Kibritçi Kız 
"Yeme o zaman." diyor. Elimi sallıyorum onlara.
"Hey, haydi aşağıya gelin. Birazdan yağmur yağacak. Ciğerlerimiz için iyi bir fırsat bu."
"Aaa, şuradaki surlara gidelim."
"İstanbul surları..."
"Balat'a da gidelim."
"Oradan da Beyoğlu'na geçeriz."
"Tamamdır. Gidiş yolunu çizdik bile."
Kibritçi Kız sordu:
"Sen bizi görebiliyor musun?"
"Sizi göremeyen birileri var mı?"
"Biz öyle arada bir gideriz insanların evine, boşken. Kek yer çay içeriz. Ortalığı dağıtır öylece de bırakır gideriz."
"Benim evimi toplamayacaksınız yani?"
"Evet..."
"İyi gelin surların arkasına geçelim. Şuradaki merdivenlerden çıkacaksınız."
Küçük Prens:
"Adımlarım bu merdiveneri çıkmak için çok küçük."
"Tırman Küçük Prens."
"Bence zıplayabilirsin."
"Tamam deniyorum."
Küçük Prens daha ilk zıplayışında benim önüme geçti. Şaşkınlığımı gizleyemedim. Kibritçi Kız şımarık bir sesle kikirdeyerek gülümsedi.
"Ah... Küçük Prens..." 
"Haha... Ne bekliyorsun Kibritçi Kız?"
"Şımarma canım, daha iyilerini görmüştüm. Birşey başarmış sayılmazsın henüz."
Küçük Prens mırıldanmaya başladı. Kibritçi Kız kolumu dürterek:
"Ne zaman yetersiz olduğunu düşünse böyle olur. Bakma sen bunun kitaptaki filozof imajına. Egosu yaralanan her erkek gibi o da şuan kendisiyle savaşıyor."
"Müdahale etmeyecek misin?"
"Hayır. Bırak biraz acı çeksin."
Küçük Prens:
"Ne konuşuyorsunuz?" diye yanımıza geldi.
"Hiç canım, masalın satır aralarını anlatıyordum."
Küçük Prens:
"Ay, Kibritçi Kız... Bıkmadın mı bunları yeniden anlatmaktan? Senin anlatacak başka hiçbir şeyin yok mu?"
"Yok! Bay Küçük Prens, tabii ki yok. Benim yapabildiğim tek şey hikaye, masal artık adı neyse ondan anlatmak. Sen fular takmakla entel olduğunu zannet hala..."
"La Fonteine kesildin başımıza. Ayh... Kulaklarımı tıkamak istiyorum."
"Ben, La Fontaine'den değil, Dede Korkut'tan esinleniyorum Küçük Prens. Bunu sana kaç defa daha anlatacağım? Yok, efendim ben komünist mişim yani Küçük Prens ille etiketleyeceksin beni!.."
"Birşey demedim canım banane. He bu arada çok çirkinsin. Söylemiş miydim?"
"Yoo, söylememiştin. Hiç umurumda değilsin Küçük Prens. Sen suçunu biliyorsun bence git benden uzakta dur. Ayrıca, tarçınlı kekte ceviz de olur."

Gök iyice kararmış, göz gözü görmeyecek duruma gelmişti. Birden şimşek çaktı ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Şimşekler ardı ardına çakıyordu. Kibritçi Kız korkmuştu. Ceplerini yokladı. Sanırım kibrit arıyordu. Küçük Prens'in boynundaki fuların uçları rüzgarda salınıyordu. Kibritçi Kız ince ince titremeye başlamıştı. Küçük Prens'in bir gözü Kibritçi Kız'daydı. Boynundaki fulara gitti eli sonra tereddütle çekti fularını Kibritçi Kız'a doğru yürüdü ve uzattı. Kibritçi Kız eliyle Küçük Prens'in fularına bir tokat attı. 
"Sakın!"
"Ama..."
"Bir daha yaklaşma! Gözüm görmesin seni! Benden uzak dur."
"Aman! Bu da son sözümdü zaten."
"Git!"

Küçük Prens fularını boynuna astı. Yüzü yerde öylece yürüyordu. Kibritçi Kız oturmak istedi. Oturduk surların dibine. Ellerini birbirine sürerek ısınmaya çalışan Kibritçi Kız'ın gözlerinden boncuk boncuk gözyaşları dökülüyordu. Cebimden annemin kenarlarına iğne oyası geçtiği bez mendilimi çıkardım. Kibritçi Kız uzatmamı beklemeden aldı elimden mendili. Gözyaşlarını ve burnunu sildi. Sonra ceplerinde yeniden kibrit aramaya başladı. Bulamadı. 
"Artık kibritim de kalmadı, ben ne yapacağım?"
"Üzülme Kibritçi Kız." Kibritçi Kız gözlerini sonuna kadar açarak:
"Aaaa..." dedi. 
"Ne oldu?"
"Kalbin..."
"Ne olmuş kalbime Kibritçi Kız?"
"Kocaman..."
"Nasıl yani?" diyerek ellerimi toprağa daldırıyorum. Bir ayna çıkartıyorum topraktan. Kendime bakıyorum aynayla. 
"Aaaa... Ne olmuş benim göğüs kafesime. Kocaman olmuş. Ne yapsak yok olur bu? Neler oluyor Kibritçi Kız?"
"Biliyorum ben bunu, bir keresinde bana da olmuştu."
"Nasıl çözdün peki?"
"Biraz canın yanacak ama..."
"Olsun."
"Biraz da mahremiyetin saçılacak orta yere..."
"Mahremiyet mi?"
"Evet, deneyelim mi?"
"Tamam."
"Bu işlem bittikten sonra uykun gelebilir. Hazırlıklı ol. Sakın korkma. Korkarsan tırnaklarım içerde kalır ve bir daha hiç düzelmez..."
"Korkutma beni Kibritçi Kız."
"Korkmak yok."
Küçük Prens sarı kıvırcık saçlarını artistik bir biçimde taramakla meşguldü. Kalbimin bütün gövdemi kapladığını görmüyordu şuan. Kibritçi Kız manikürlü tırnaklarıyla kalbimdeki şişkinliği yırttı. Canım biraz acıdı ama katlanabilirim buna. O da nesi? Kibritçi Kız gövdemi yarmıştı ama gövdemdeki yarık saniyesinde yeniden kapanmıştı. Kibritçi Kız şaşkınlıkla:
"Ama nasıl olur?.."
"Bilmiyorum... Sence kim düzeltebilir bunu?"
"Bir daha denememi ister misin?"
"Olur..."
Gök gürlemeye başladı. Bu sefer sesler gök delinircesine derinlerden geliyordu. Kibritçi Kız la havle çekerek yeniden denedi.
"Sen Müslüman mısın?"
"Şimdi sırası mı?"
Göğsümdeki yarık küçük iki parmağın gireceği boyutlara kadar küçüldü ancak bu sefer kapanmadı. Kibritçi Kız parmaklarıyla kalbime dokundu. Elini geriye çektiğinde, çocukken sarılarak uyuduğum peluş ayıcığım çıktı. Kibritçi Kız'ın yüzü kırışmış ve yaşlanmıştı. Tatlı tatlı gülümsedi. Elini yeniden içeriye daldırdı. Bu sefer annemin mikseri çıktı. Daha sonra sırasıyla, yirmi yıllık pike battaniyem, Ökkeş Otopark'ta adlı çocukken okuduğum kitabım, babamın namazda taktığı takke, dedemin köstekli saati, babannemin mushafı, abaküsüm, ilkokulda okulun bahçesinde elimden düşmeyen atlama ipim ve bir de kimin olduğunu sonradan anladığım yeşil küçük bir tesbih çıktı. Kibritçi Kız bin yıldır yaşayan efsanevi nineler kadar yaşlı görünüyordu artık. Allak bullak olmuştum. Bunlar nasıl oldu da kalbimden çıktı? Kibritçi Kız sakince elini kalbimden çekti. 
"Canın acıyor mu?"
"Evet..."
"Şimdi kapanacak..."
Sevgi dolu elleriyle gövdemin iki ucuna dokundu. Serin bir nefes çarptı göğsüme. Rüzgar mıydı yoksa Kibritçi Kız mıydı kestiremedim. Gözlerimi kapattım. Canım acıyordu. Açtığımda tam karşımda bir yığın hatıra duruyordu. Kibritçi Kız:
"Bunların hepsini kalbindeki mezarlığa gömmüşsün."
"Hepsini mi?"
"Evet..."
"Peki ama niye şimdi çıktı?"
"Kendi hatalarının aynısını başka birileri tekrarladığına tanık olurken eğer kendi yaptıklarından pişman olursan bunlar açığa çıkar. Yani dersini almışsın. Artık hepsiyle birden yüzleşeceğini düşünüyor Tanrı, o yüzden hepsini birden gönderdi sana."
"Hepsini mi?"
"Evet..."
"Dikiş izi kalır mı?"
"Kalmaması mümkün değil."
"Onu da sen düzeltemez misin?"
"Hayır, biz sadece senin yüreğindeki mezarlığı olduğu gibi dökmeye geldik. Değil mi Küçük Prens?"
"Hı... Evet..."
"Peki bu bulvarın arkasında bizi bekleyen Balat sokakları? Gezi planımız? Beyoğlu sahiline karşı çay molası..."
"Hiçbiri şuanki görevin kadar önemli değil."
"Tamam o zaman..."
"Bize artık müsade."
"Beni tek mi bırakacaksınız?"
"Malesef artık yalnızsın."
"Ne yapayım peki?"
"Korkma!"
"Güle güle..."
İkisi birden cevapladı
"Güle güle..."

Giderken Küçük Prens Kibritçi Kız'a 
"Ben de yaşadım mı dedin sen?"
Kibritçi Kız:
"Evet."
Küçük Prens:
"Nasıl?"
Kibritçi Kız:
"İşte tam da böyle."
Küçük Prens:
"Ne zaman?"
Kibritçi Kız:
"Sen yanımda yokken."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...