28 Haziran 2020 Pazar

Araba

Toprak bağrına basıyor, beni. Tenimde, kaygan küçük solucanları, sıçan mıyıklamaları, kulaklarımda hüzünlü bir ezgi. Ölümün ezgisini söylüyoruz, toprağın altındayız bugün. Toprağın altındayız. Sınırların silikleştiği bir yerdeyiz. Kim nerede başlıyor? Ben nerede bitiyorum? Seni nerede var etmeye başlıyorum? Bu döngünün neresindeyim ben, sen neresindesin sahi birbirimize nerede karışıyoruz?

Bebeklerin Bisküvi Partisi bir ölümü getirdi beraberinde. Bedenimi alıyor toprak, içine. Yüreğinin en derininde, saklıyor, gizli saklı, bir sevgilinin belirsizliğini taşır gibi gönlünde. Sessiz sedasız, imzalar gibi, bitimsiz bir yolun daimi yolcusu olma sözleşmesini. Yoldaşların kimler? Ben de yanında mıyım? Az arkandaydım. Ve şimdi? Toprağın altındayım. Seninle burada karışıyoruz birbirimize...

Topak topak toprağın içindeyim. Köstebek yavruları alnıma basıyor. Yüzümü kokluyor anneleri; "Yenir mi? Yenmez mi?" diye hesap ediyor içinden. Diliyle tadına bakıyor ölü gövdemin. Isıracak. Gözlerimi kapatıyorum. Örülmüş rengarenk örümcek ağları görüyorum göz kapaklarımda. Önce kırmızıları çok yeşilleri az, ardından kırmızıları yeşile yeşilleri maviye dönüyor. Örümcek ağı yavaşça iç içe geçmiş mavili yeşilli halkalara evrilmeye başlıyor. Kulaklarımda Huzur Ata'nın atların ayağına nal çakarken çıkardığı ses ile çığlık atan çirkin sesli kadınların sesi arasında bir ton peydah oluyor. Yumuyorum gözlerimi. Bir daha asla açmayacağım... Gökyüzü...

Halkalar gitmiş, karanlık yitmiş, gökyüzünden bedenimin en içine kadar giriyor hayat ve kokusu burnumda tütüyor, hasreti. Ne çok özlemişim hayatın kokusunu... Hiç içime çekemediğim bir kokuyu nasıl oluyor da böylesi özleyebiliyorum? Yüreğimin içine sokuşturayım, orada kalsın, gidemesin bir yere, öylesi bir arzuyla sarılayım, dinsin, dinebilirse, dinsin, isteyebiliyorum? Yerimden doğrulmayı deniyorum. Sinemden içeri ılık bir hançer yiyorum. Keskin acısıyla birlikte alnımdan, sırtımdan serin terler boşanıyor.

Başucumda garip giyimli adamlar ve kadınlar toplanıyor. 
Uzun boylu uzun saçlı adam; "İyisin, birazdan geçer. Küçük bir ısırık sadece."

Kimsiniz siz? Tanımıyorum ben sizi. Ne işim var benim burada? Torağın altında değil miydim ben? Parti kurmuştuk, tüm kavgalardan öte bir grup insan olacaktık biz?.. Nerede onlar? Siz kimsiniz? Bisküvisini kemiren küçük kız nerede? Onu kucağına alan delişmen adam ya?.. O da mı gitti yoksa? Yoksa hiç göremeyecek miyiz birbirimizi?

"Haydi bizimle gel sen de?"
"Nereye gidiyoruz?"
"Yola çıkıyoruz. Göl kenarına kamp kurmayı düşünüyoruz, haydi sen de gel, sonra ayrılırsın bizden."
"Hangi göl?"
Küçük bir kız çocuğu, pantolonunu yukarı çeker; 
"Saklambaçlı Göl" 
"Nasıl?.."
Uzun boylu uzun saçlı adam dudağının sol tarafını yukarı doğru çekerek, yanağındaki çukuru belirginleştirir; 
"Saklı Göl."
Yerimden doğrulmaya çalışıyorum;
"Daha iyi bir seçeneğim yok."
Küçük kız kıvırcık saçlarını sallayarak meraklı gözlerini üzerime dikiyor;
"Arabanın arka kısmı benim." 
Annesi gülümsüyor; "Arka koltukta oturabilirsin."
"Araba mı?"
Işıltılı gözlerinde sevecen bir bakış ile süzüyor beni zarif kadın;
"Buralarda şu emektar olmasaydı heba olurduk, hem gezemezdik hem dinlenemezdik."
Küçük kız ekliyor;
"Uyuyamazdık, oyun oynayamazdık da... Değil mi anne?"
Zarif kadın burnundan nefes vererek gözlerini kısıyor, göz kenarlarında biri yukarı biri aşağı iki yay beliriyor;
"E haydi o zaman."

Arabaya biniyoruz. Yanımızdan yeşil ağaçlar akıyor. Dilşah'ın sırtındaki gibi ama daha az özgürüm burada. Rüzgar saçlarımı taramıyor, suratımı okşamıyor. Kız çocuğu yanımda, dışarıyı seyrediyor. Bisküvi kemiren küçük kızı gördüğüm yerdekiler gibi bu kutu da... Araba... Kutu... Dilşah... Araba... Kutu... At...

Vardığımız yerde berrak bir su birikintisi mevcut. Güneş çekiliyor gökyüzünden. Gölün çevresini saran yeşil örtü üzerine yansıyor. Sudaki aksini seyreden otlar; "Bugün kimi ağırlayacağız acaba?" Araba duruyor. İlkin kadın iniyor. Ardından kız ve ben. Adam arabayı ileri geri hareket ettiriyor. Anlam veremediğim bir şekilde, hizalamaya çalışıyor kutuyu... 

Suyun yakınına doğru yürüyorum. Suretim yansıyor gölün berrak sulardan aynasına. Ayaktaydım. Oturuyorum. Artık oturup seyrediyorum aksimi. Acelem yok. Buradayım. Bekliyorum. Suyun üzerine vuran ışıklar buradan göçene kadar keyfini çıkaracağım. Giderse?.. Madem gitmek istiyor, gideceği var, varsa gitsin. Durmasın buralarda benim için. Gün batarsa uyurum ben. Ertesi gün uyanırım nihayetinde. Kapat gözlerini. Sudaki aksine bakacak gücün yoksa. Uyuyalım. Uyuyayım. Güneş batıyorsa. Gidiyorsan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Uzlet Türküsü

  Azık ettim geçmişi kendime Yolum uzun sırtım terli ama gözümde bir direnç var Yanımda bir buruk nota bir yarım güfte Tamam olmayı be...